Bir yönetim hikayesi!!
Muhtemelen internette birçok yerde yayınlanmış bu hikayeye başka bir yerde rastlamışsınızdır. Ancak ben; hem bana gönderen saygıdeğer dostum Engin BEK'e saygı hem de blog okuyucularına hatırlatma olarak tekrar yayınlamak istedim.
İşletmecilik yapma niyetinde olan herkesin dikkatle okuyup pay çıkarması gerektiğini düşünüyorum:
Aslan İle Karınca
Küçük bir Karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı…
Çok çalışır… Çok üretir... Ve bunları keyif içinde yapardı.
Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı.
Bir gün karlılığı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi.
Eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı.
Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı.
Profesyonellik
Çalışma hayatım boyunca bir çok farklı anlamda kullanıldığını duyduğum bir kelime profesyonellik. Bazen işini iyi ve kaliteli yapmak anlamında kullanılıyor, bazen duygulara ve etiğe çok fazla takılmamak anlamında kullanılıyor. Sanırım en çok da önemli olanın para ve ünvan olduğu ve bunlar daha iyi oldukça başka etmenlere bakmadan iş, şirket, takım değiştirilmesi durumunda bu kelimeye başvuruluyor.
Daha önce bu blogda Uğur Özmen'den bir kaç alıntı yapmıştım. Kendisi bu kavrama ve anlamına bir çok yazı ayırmış ve doğru tanımlamaya çalışmış.
TDK profesyoneli : "1. sıfat Bir işi kazanç sağlamak amacıyla yapan (kimse), amatör karşıtı" olarak tanımlıyor. Ancak yukarıda açıkladığım üzere çok farklı imalar ile kullanılıyor bu kelime. Ben şahsen, sanırım biraz üslubum nedeniyle, bir kaç kez profesyonel olmamak ithamıyla karşılaştım. Bana verilen tavsiyeler ise daha duruma uygun davranmak, insanların daha suyuna gitmek, fazla sivrilmemek şeklinde anlamlara geliyordu daha çok. İnce bir çizgi var sanırım burada; zira bana verilen tavsiyelerde de haklılık payları vardı ama aslında hiç hoşuma gitmeyen başka alt mesajlar da içeriyordu. Örneğin kelimeyi "ekşisözlük" de aratınca karşıma çıkanlara bakın:
Daha önce bu blogda Uğur Özmen'den bir kaç alıntı yapmıştım. Kendisi bu kavrama ve anlamına bir çok yazı ayırmış ve doğru tanımlamaya çalışmış.
TDK profesyoneli : "1. sıfat Bir işi kazanç sağlamak amacıyla yapan (kimse), amatör karşıtı" olarak tanımlıyor. Ancak yukarıda açıkladığım üzere çok farklı imalar ile kullanılıyor bu kelime. Ben şahsen, sanırım biraz üslubum nedeniyle, bir kaç kez profesyonel olmamak ithamıyla karşılaştım. Bana verilen tavsiyeler ise daha duruma uygun davranmak, insanların daha suyuna gitmek, fazla sivrilmemek şeklinde anlamlara geliyordu daha çok. İnce bir çizgi var sanırım burada; zira bana verilen tavsiyelerde de haklılık payları vardı ama aslında hiç hoşuma gitmeyen başka alt mesajlar da içeriyordu. Örneğin kelimeyi "ekşisözlük" de aratınca karşıma çıkanlara bakın:
Güncel Ekonomik Göstergeler ve Gezi
Son günlerde ekonomi kulislerinde rüzgarın yönü değişmeye başladı. Kötümser senaryolar ve felaket uyarıları daha sık ve daha cesurca dile getirilir oldu. Türkiye açısından birkaç önemli ekonomik gelişme var ve bunları okuyup doğru yorumlamak sadece işletmeciler ve yöneticiler için değil, herkes için önemli.
Gezi olaylarının Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi malum. Bu olaylar ve kendi bakış açımdan çıkarımları ile ilgili bu bloğa bişeyler yazmamak için günlerdir dişlerimi sıkıyorum resmen. Çünkü içerik olarak bugüne dek oluşturduğum çizginin siyasete, politikaya kaymasını istemiyorum. Tüm olan biten hakkında nacizhane kendi algım var elbette ama ben daha geniş gözlüklerle bakabilmek ve karşıt görüşleri de anlayabilmek için son 3-4 gündür bana ters yönde düşünenlerin de fikirlerini okumaya videolarını seyretmeye, konuşmalarını dinlemeye gayret ediyorum. Bunu yaparken de ciddi zorlanıyorum çünkü bir kısmı aklı ve mantığı olanların dayanabileceği türden değil.
Gezi olaylarının Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi malum. Bu olaylar ve kendi bakış açımdan çıkarımları ile ilgili bu bloğa bişeyler yazmamak için günlerdir dişlerimi sıkıyorum resmen. Çünkü içerik olarak bugüne dek oluşturduğum çizginin siyasete, politikaya kaymasını istemiyorum. Tüm olan biten hakkında nacizhane kendi algım var elbette ama ben daha geniş gözlüklerle bakabilmek ve karşıt görüşleri de anlayabilmek için son 3-4 gündür bana ters yönde düşünenlerin de fikirlerini okumaya videolarını seyretmeye, konuşmalarını dinlemeye gayret ediyorum. Bunu yaparken de ciddi zorlanıyorum çünkü bir kısmı aklı ve mantığı olanların dayanabileceği türden değil.
Etiketler:
Ekonomi
,
Ekonomi Yönetimi
,
Gezi Olayları
,
Serbest Ticaret Anlaşması
,
Türkiye Ekonomisi
Dedikodu kazanı!
Tüm örgütler temelde belli bir amaç için biraya gelmiş birden fazla birey ya da birimin oluşturduğu yapılardır. Bu yapının faaliyet gösterebilmesi ve amaca yönelik ortak işler yapabilmesi için belirli bir düzende yapılanması, örgütlenmesi gerekir.
Drucker'ın tanımıyla bir örgütler topluluğu içinde yaşıyoruz. Kaçınılmaz olarak bir ya da daha fazla örgütün içerisindeyiz ve o veya bu şekilde örgütün içerisindeki psikolojiden etkileniyor, davranışlarımızı ona göre düzenliyoruz.
Örgütlerin hepsinde genellikle hiyerarşi ağaçları olarak resmedilen organizasyon yapıları var. Klasik organizasyon, matris organizasyon, dikey yapı, yatay yapı gibi farklı formel organizasyon yapılarından bahsetmek mümkün. Ancak yazımızın ana konusunu bu formel organizasyondan ziyade, formel olmayan, daha Türkçe ifade ile biçimsel olmayan organizasyon oluşturacak.
"Biçimsel olmayan organizasyon, işletmelerde temel üretim unsurlarından biri olan insanı temel alır.
Organizasyon kavramının tanımında insanın var olduğu göz önüne alındığında her biçimsel organizasyon içinde veya her işletmede, biçimsel olmayan organizasyonun varlığından söz edilebilir.
Biçimsel olmayan organizasyon, bir işletmede ya da bir çalışma ortamındaki insanların birbiriyle iletişimi ve etkileşiminden doğan bir toplumsal ilişkiler ağıdır."
Drucker'ın tanımıyla bir örgütler topluluğu içinde yaşıyoruz. Kaçınılmaz olarak bir ya da daha fazla örgütün içerisindeyiz ve o veya bu şekilde örgütün içerisindeki psikolojiden etkileniyor, davranışlarımızı ona göre düzenliyoruz.
Örgütlerin hepsinde genellikle hiyerarşi ağaçları olarak resmedilen organizasyon yapıları var. Klasik organizasyon, matris organizasyon, dikey yapı, yatay yapı gibi farklı formel organizasyon yapılarından bahsetmek mümkün. Ancak yazımızın ana konusunu bu formel organizasyondan ziyade, formel olmayan, daha Türkçe ifade ile biçimsel olmayan organizasyon oluşturacak.
"Biçimsel olmayan organizasyon, işletmelerde temel üretim unsurlarından biri olan insanı temel alır.
Organizasyon kavramının tanımında insanın var olduğu göz önüne alındığında her biçimsel organizasyon içinde veya her işletmede, biçimsel olmayan organizasyonun varlığından söz edilebilir.
Biçimsel olmayan organizasyon, bir işletmede ya da bir çalışma ortamındaki insanların birbiriyle iletişimi ve etkileşiminden doğan bir toplumsal ilişkiler ağıdır."
Etiketler:
Biçimsel olmayan organizasyon
,
Dedikodu
,
Hayat Notları
,
İnsan Kaynakları
,
Yöneticilik
,
Yönetim
OEE Hataları
OEE verisinin neyi ifade ettiğini ve her üretim işletmesi için öncelikli göstergelerden biri olduğunu daha önce defaten söylemiştik. Kısa bir özet geçersek OEE ingilizce "Overall Equipment Efficiency" kelimelerinin baş harfleri. Ekipman verimliliğinin, üretime özel tabiriyle tezgah verimliliğinin ölçüm parametresi. Üç bileşenden oluşuyor:
OEE = Kalite oranı x Performans Oranı x Kullanılabilirlik oranı
Kalite oranı günlük üretilen parçanın yüzde kaçının problemsiz olduğunun oranı, performans, ayrılan sürede teorik olarak, çevrim sürelerini göre, üretilmesi gereken adetle gerçekleşenin oranı, kullanılabilirlik ise 1 vardiyanın yüzde kaçının üretime ayrılabildiği oranı (setuplar, arızalar, duruşların sonrasında) olarak hesaplanıyor.
Yukarıdakiler hemen tüm üreticilerin bildiği temel bilgiler. Çoğu işletme bu oranın ölçümü için bir sistematik geliştirmiş ve takibini yapar durumda. Ancak maalesef her zaman doğru şekilde kullanılamıyor. İnternette OEE.com sitesinde OEE ölçümünde en sık yapılan hatalar ile ilgili bir yazı buldum. Paylaşmak istedim. Orjinaline buradan ulaşabilirsiniz....
Üretim Sistemi Hedefleri (Devam)
Üretim sistemleri ile ilgili bir önceki yazımda üretici firmaların yüzleştikleri ana problemleri tanımlamış ve en iyi ve en kötü firmaların ana gösterge puanlarına bir bakmıştık. Yazıyı da, bu gösterge puanlarına yani daha iyi üretkenlik, tam zamanında teslimat gibi göstergelerde daha iyi notlara nasıl ulaştıklarına bakacağımız sözüyle bitirmiştim.
Aynı araştırma sonuçlarını inceleyerek devam ediyoruz. AberdeenGroup araştırmasına göre en iyi imalat işletmelerinin problemler karşısında aldıkları stratejik aksiyonları aşağıdaki tabloya özetledim:
Kendi işletmenizde bunların hangilerinin ne ölçüde yapıldığını karşılaştırabilirsiniz. Araştırma yukarıdaki özet tabloyu verdikten sonra şu önemli noktaya dikkat çekiyor:
Yüzleşmek zorunda kaldıkları problemler ve bunlara karşı aldıkları önlemler en iyi imalat işletmelerinde de en kötülerinde de aynı. Araştırmaya konu olan işletmelerin %68'i sürekli iyileştirme ekipleri kurmuş, %39'u üretim alanında görsellik arttırma yöntemleri kullanıyor, %40 Ekipman verimliliği üzerinde çalışıyor mesela. Demek ki en iyilerin yaptığı çok farklı birşey yok, ya da keşfettikleri yeni bir metod filan da yok. Araştırmaya göre iyileri iyi yapan bu metodları kullanma etkinlikleri. Çünkü diğerlerinin aksine, iyi işletmelerde, bu yöntemler hem gerekli iş gücü ve yetki ile donanmış ekiplerce yapılıyor hem de tüm ekipler belli amaçlar ve açık hedeflere yönlendirilmiş durumda. İşte farkı doğuran bu. "Ne" yapılması gerektiğini istisnasız tüm işletmeler biliyor. "Nasıl" yapılması gerektiğini de bir kısmı biliyor ancak "Neden" yapıldığını çok az işletme biliyor ve bunları doğru kaynakları planlayarak ve doğru motivasyonla yapıyor görünüyor. Simon Sinek'ten bahsettiğim yazıma göz atarsanız ne demek istediğimi daha net anlayabilirsiniz...
Neme lazımcılık mesleği
Daha önce Yavuz Sultan Selim zamanından güzel bir anekdotla "Neme Lazım" demenin uzun vadede nasıl sonuçları olabileceğini paylaşmıştım.
Biraz daha konuya girelim ve özellikle iş hayatına yeni girecek arkadaşların nelerle karşılaşabileceklerine dikkat çekecek belli başlı insan tiplerine biraz daha yakından bakalım. Yazmaya başlamadan önce defaten adını geçirip kulaklarını çınlattığım Osman Hocamı bir kez daha anayım. Çünkü yazının esin kaynağı da, kısmen bilgi kaynağı da o. Osman Ata Ataç'ın "Yöneterek, Yönetilerek Yaşamak" kitabını kaç kez önerdim hatırlamıyorum ama o kadar keyif alıyorum ki hem bu bloğu okuyanlara, hem iş arkadaşlarıma, hem de yeni gelen tüm stajerlere ısrarla önermeye devam ediyorum.
İş hayatı, çok çeşitli insanla bir arada yaşamak zorunda olduğumuz ve insan sarraflığına en çok ihtiyaç duyacağımız yerlerden birisi. Birçok olumlu ve iyi insanla karşılaşacağımız gibi birçok olumsuz ve hatta "kalleş" adamla çalışmak zorunda kalmamız da olası. Kimin iyi kimin kötü olduğunu ayırt etmek çok kolay bir iş değil ve belki biraz Allah vergisi yetenek, biraz da kazık yemişlik, yani tecrübe gerektiriyor.
Otomotiv Sektörü Nereye Gidiyor?
Otomotivin Türkiye ekonomisinin lokomotifi olduğu ve yan sanayii ile birlikte çok ciddi sayıda insan için gelir yarattığı bir gerçek. Ancak otomotivin ihracatının bile %70'nin ithalat gerektirdiği, Türkiye'nin asıl önemli parçaların direk üretimi ve geliştirilmesinden çok bir montaj atölyesi gibi çalıştığı da gerçek.
Daha önce ekonomik konularda çok yazdık, çizdik. Göstergelerin nasıl yorumlanması gerektiğini belki biraz fazla teknik detaya da girerek açıklamaya çalıştık. Hatırlarsanız orada Türkiye'ye sıcak para girişi olduğundan, bunun dövizi bollaştırıp Türk lirasının değerini düşürdüğünden ve ihracatı zora soktuğundan bahsettim. Bunu engellemek için de Merkez Bankasının üstüste faiz indirimleriyle Türk lirasını da bollaştırmak ve dolaylı olarak kur dengesini sağlamak durumunda kaldığını belirtmiştik. Bu faiz indirimleri ve piyasadaki Türk lirasının bollaşması tüketiciler için de faizlerin inmesi ve kredi kullanımının artması demek. Bunun normal şartlarda tüketimi arttırması ve piyasaları canlandırması gerekiyor. Kredi balonu şişip yüksek risk altına girmedikçe iyi olarak nitelenebilir. Ancak bu senaryoda otomotiv sektörü için acı bir gerçek ve önemli bir mesaj var:
Bu tablo Otomotiv Sanayicileri Derneğinin (OSD) bu ay yayınladığı rapordan alıntı. Orjinaline buradan ulaşabilirsiniz. Bu tablo şunu gösteriyor: Türk tüketicisi eline para geçtiğinde ithal otomobili tercih ediyor. Otomotiv pazarı büyüyor ama ithalatla büyüyor. Üretimin %3 azalmasına rağmen ithalatın %29 arttığına dikkat edin lütfen. Bizim yerli otomobil dediğimiz Fiat ve Renault'un belli bir pazar segmentine hitap edemediğinin, Opel, VW, Mercedes gibi markalarla kalite ve güvenirlikte yarışamadığının bir göstergesi bu. Buna Toyota ve Hyundai markalarını da katmak gerek.
Doğru söylemek gerekirse elinde bir VW alacak kadar parası olan birinin onun yerine Türkiye'de üretilen bir marka tercih etmesi çok olası değil. Kalite olarak da estetik açılardan da yakın bile değiller çünkü.
Buna Fiat, Renault gibi firmaların pazar tercihleri diyebilirsiniz. Pazarlama için bu seviyede bir kaliteyi uygun bulduklarını ve kendilerince doğruyu yaptıklarını da söyleyebilirsiniz. Ancak gümrük birliği nedeni ile ithal mallara ek bir vergi uygulaması yaparak yerli üretimi koruyamadığımız için bu tabloyu değiştirmek için başka önlemler üzerinde düşünmek gerek.
Ya veriler yalansa?
İşletmecilik ve yönetim ile ilgili bir çok konuda yazdım şimdiye kadar. Bilgim ve zamanım el verdiğince yazmaya da devam edeceğim inşallah. Ancak fark ettim ki, en önemli kısmı atlamışız yazarken. En başta belirtmemiz gerekeni es geçmişiz. Hemen bu eksiği tamamlamak gerek;
Malum, eğer işletmenizi iyi yönetmek, kar elde etmek ve onu verimli kılmak istiyorsanız ilk yapmanız gereken şey doğru veri toplamaktır. Elbette yazacaklarım tamamen paranın, işletmede üretim yoluyla kullanılmasının, başka araçlara yönlendirilerek rant sağlayacak şekilde kullanılmasına tercih edildiği durumlar için geçerlidir. Yani varsayın ki daha çok para kazanmanızın tek yolu, işletmenizi daha rekabetçi ve verimli yapmak olsun. Başka rant kaynaklarını, siyasi çevrelere yakınlığı filan yokmuş kabul edelim. Çünkü bu ön kabulü yapmazsak işletmecilik biliminin bize katabileceği birşey yok. Konu başka yetenek alanlarına kayar ki, onlar hakkında benim malumatım yok.
Etiketler:
İşletmecilik
,
İşletmenin öz değerlendirmesi
,
SWOT
,
Veri toplama
,
Yanlış veriler
,
Yönetim
Yönetmek ya da yönetememek
Yönetimin nasıl olması gerektiği, hatta yönetimin ne demek olduğu ile ilgili geniş bir yazın yığını var. Herkes başka açılardan iyi bir yöneticide, ya da şimdiki daha moda tabiriyle, liderde olması gereken özellikleri listeliyor. Ben bu listelerin hiçbir işe yaramadığını, dahası gerçeği de hiçbir şekilde yansıtmadığını düşünüyorum.
Daha önceki liderlik yazımda nedenlerini yazmıştım. Bu tip listelerin okuyana efektif bir faydası olmadığı gibi, içerikleri de genellikle gerçeği değil, insanların kafasında şekillenen ideal "kahraman" profilini yansıtır. Anlayışlı, empati kurabilen, açık fikirli, katılımcı, karizmatik, paylaşımcı, demokratik, iyi dinlemeyi bilen, problemlere çözüm yaklaşımı sağlayan filan filan. Bu listelerde yazan birçok özelliğe hiç ama hiç sahip olmadığı halde üst düzey yönetimlerde bulunanlar olduğu gibi, tamamına sahip olmak da yönetici ya da lider olabilmenizi sağlamaz.
Hayat insana hergün birkaç ders veriyor. Son günlerde de hayat tarafından çok yoğun bir eğitime tabi tutulduğumu ve final haftası gibi, üstüste birçok sınava girdiğimi söyleyebilirim. Yaşanan anın heyecanı, duygusal tepkileri veya sıkıntısı geçtikten sonra olanları süzüp, kendini kandırmadan ve mazeretler bulmadan doğru mesajları çıkarmanın çok ama çok önemli bir özellik olduğunu düşünüyorum. Bunu geliştirmek için de kendi kendime çaba içerisindeyim.
Üretim Sistemi Hedefleri
Her üretici firmanın, ne üretiyor olursa olsun, takip ettiği parametreler ve hedefleri aşağı yukarı aynıdır. Hepsi elindeki tezgahlardan mümkün olan en yüksek verimi almak, duruş sürelerini mümkün olduğu kadar azaltmak ve birim maliyetlerini en alt seviyede tutmak ister.
Birim maliyet işlenen ürüne, teknolojiye ve birim işçilik ücretlerine göre sektörden sektöre, ülkeden ülkeye değişeceği için karşılaştırma olarak pek kullanılamaz. Ancak diğer parametreler için dünyadaki en iyi firmaların oranlarını bilmek kendi durumuzu anlamak ve doğru hedefler verebilmek açısından bence çok önemlidir. Aşağıda paylaşacağım araştırma yine AbeerdenGroup imzalı. Ancak bu araştırma şirketinin Amerika'da olduğunu ve tüm çalışmaların Amerika ağırlıklı yapıldığını da göz önünde tutmak gerekir.
İlk olarak üretimciler üzerinde baskı oluşturan öncelikli pazar problemlerine bir göz atalım:
Birim maliyet işlenen ürüne, teknolojiye ve birim işçilik ücretlerine göre sektörden sektöre, ülkeden ülkeye değişeceği için karşılaştırma olarak pek kullanılamaz. Ancak diğer parametreler için dünyadaki en iyi firmaların oranlarını bilmek kendi durumuzu anlamak ve doğru hedefler verebilmek açısından bence çok önemlidir. Aşağıda paylaşacağım araştırma yine AbeerdenGroup imzalı. Ancak bu araştırma şirketinin Amerika'da olduğunu ve tüm çalışmaların Amerika ağırlıklı yapıldığını da göz önünde tutmak gerekir.
İlk olarak üretimciler üzerinde baskı oluşturan öncelikli pazar problemlerine bir göz atalım:
Kariyer için ne eksik ?
Hepimiz iş hayatında başarının ve kariyerin peşindeyiz. Herkes için daha yüksek mevki daha fazla mutluluk anlamına gelmese de , en azından emek vermek, bu emeğin karşılığı olan keyfi ve başarıyı tatmak kişisel olarak hedefimizdir.
Önümüzde bir hedef varsa ve biz bir sebeple buna ulaşamıyorsak neyin eksik olduğunu sormaya başlarız. Yaşım mı genç, tecrübem mi yeterli değil, yabancı dil mi yok, kadromu müsait değil, amir mi felaket, kişisel huzur mu yok, çalışmaya niyet mi yok, artık hangisiyse. Cevaplara göre de kendimizi yetiştirmeye ve açıkları kapatmaya gayret ederiz. En azından kendisinin farkında olan ve sürekli gelişime inanan birinin bu düşünme şeklinde olması gerekir.
İnsanların en zayıf oldukları noktalardan biri, kendi durumlarının farkında olmak ve kafalarındaki hedef için neye ihtiyaçları olduğunu kestirmektir. Bunu yapabilen sınırlı sayıdaki insanı ise bir sonraki problem bekler;
Önümüzde bir hedef varsa ve biz bir sebeple buna ulaşamıyorsak neyin eksik olduğunu sormaya başlarız. Yaşım mı genç, tecrübem mi yeterli değil, yabancı dil mi yok, kadromu müsait değil, amir mi felaket, kişisel huzur mu yok, çalışmaya niyet mi yok, artık hangisiyse. Cevaplara göre de kendimizi yetiştirmeye ve açıkları kapatmaya gayret ederiz. En azından kendisinin farkında olan ve sürekli gelişime inanan birinin bu düşünme şeklinde olması gerekir.
İnsanların en zayıf oldukları noktalardan biri, kendi durumlarının farkında olmak ve kafalarındaki hedef için neye ihtiyaçları olduğunu kestirmektir. Bunu yapabilen sınırlı sayıdaki insanı ise bir sonraki problem bekler;
Kaptanın Seyir defteri...
Hayat yolculuğu garip, bir o kadar da gizemli. Hep duraklara kafayı takıp yolculuğun kendisini kaçırıyoruz. Harika bir yelkenli ile bir sonraki durağa giderken aceleden denizin, kuşların, yunusların, rüzgarın ne kadar harika olduklarını görmüyoruz bile.
Acılar, sıkıntılar da var yolculukta elbette. Fırtınalı günler de oluyor, sakin ve güneşli günler de. Bazen aylarca sürüyor fırtına, bazen gün içinde kısa yağmurlar yağıyor.Ama nasıl olursa olsun ve nerede biterse bitsin yolculuğun kendisi anlamlı aslında.
Her kaptan sadece yolculuklarında öğrenir hayatla ve denizle ilgili öğrenilmesi gereken ne varsa ve fırtına görmemiş adama kaptan demezler. Denizin o en haşin olduğu anlarda sabretmek ve elinden geleni yapmak, hemen sonrasındaki güvenli limanda harika bir huzur bırakır insanın kalbinde.
Kaptanlar bilir ki deniz oyuna gelmez. Her zaman istediğiniz istikamete doğru gidemezsiniz. Tıpkı hayat gibi, denizde kendisine uydurur adamı. Düz bir çizgiyle değil de, bazen zigzaklarla bazen geniş bir eğri ile ulaşabilirsiniz limana. Ve her limanda sıkılır deniz aşığı, bir sonraki yolculuk için sabırsızlanmaya başlar. Gerçek kaptan fırtınadan değil, rüzgarsızlıktan korkar zaten. Hep aynı yerde kalmaktan. Başka birine biad edip seyri bırakmaktan korkar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)