Kendini Kandırmak
Gönderen
Murat TURAN
zaman:
Perşembe, Ocak 07, 2016
Kendini kandırmak dendiğinde bunun kötü birşey olduğu ve yapılmaması gerektiği ile ilgili yaygın bir ön kabul vardır. Kime sorsak, insanın öncelikle kendini kandırmaması gerektiğini söyler.
Aslında kelime anlamı olarak "kendini kandırmak" biraz ironiktir. Hem konuşan hem de dinleyen olabilirsiniz, hem eğiten hem de öğrenen olabilirsiniz ancak hem kandıran hem de kandırılan olmak mümkün müdür? Aldatan sizseniz nasıl aldanıyorsunuz?
Böyle birşeyin mümkün olabilmesi için biraz haddimizi aşarak psikolojiye bulaşmak ve her insanın en az iki alt benliği olduğundan söz etmek gerekir. Duygusal tarafımız / mantıklı tarafımız, hassas tarafımız / güçlü tarafımız, iyi tarafımız / kötü tarafımız, nefsimiz / vicdanımız, "ying"imiz / "yang"ımız..., artık adına ne derseniz deyin. Bu taraflardan biri, diğerine zaman zaman baskın çıkar ve ortak benliğin kararını etkiler gibi görünüyor. Bunu yapmak için de algıda seçicilik yaratarak kendi işine gelenleri görmemizi ve diğerlerini göz ardı etmemizi sağlıyor.
Ancak bu kontrolümüz dışında gelişen ve "bizim" tamamen edilgen olduğumuz bir süreç değil. Farkındalığımızı arttırarak bunu kontrol edebilir ya da etmeyebiliriz. Bu biraz da bizim rahatlık sevdamız, mutlu olma içgüdümüz ve tatsız olandan kaçınma eğilimimizle ilgili.
Peki kim kendini kandırmaz?
Hiçkimse. Hayatta karşımıza çıkan iyi ya da kötü şeyleri olduğundan daha farklı görme eğilimi hepimizde her zaman vardır. Kanan da kandırılan da biz olduğumuz için bundan tamamı ile kaçınmak ve aklımızın bize oynadığı tüm oyunlara hakim olmak mümkün değil. Genel mutluluk seviyemizi korumak için gerekli de değil.
Ama bir sınır var.
Kendimizi kontrol etmemiz, sorgulamamız ve kendimizi aşırı derecede kandırmamızı engellememiz gereken bir sınır. İyi de, aşırı neresi?
"Neville mutsuz bir evliliğe sahipti ve karısı ile hiç anlaşamıyordu. Yine de çocuklarının bakımının sağlandığı ve görece güvenli bir eve razıydı. Yani bu hali ile evliliğine razı geliyor ve bitirmeyi daha sıkıntılı buluyordu.
Bir gece evlerine misafirler davet ettiler ve Neville karısının misafirlerden birisi ile alenen flörtleştiğinin farkındaydı. Daha doğrusu bir tarafı farkındaydı ama başka bir tarafı farkında olmak istemiyordu. İçkinin etkisidir, olur böyle şeyler, büyütülecek birşey yok diyordu kendine. Hatta misafir açıkça aksini söylemeye kalktığında; içkiden olduğunu söyle yoksa seni öldürürüm bile demişti. Yani başkasının bu kendini kandırmaya müdehalesine de şiddetle karşı çıkıyordu."
Şimdi bu durumda Neville kendini mi kandırıyor?
Bazen gerçeğin farkındayızdır ama gerçek o kadar nahoştur ki onu kabul etmeye yanaşmayız. Neville, kendini tamamıyla kandıramayacağı kadar olayın farkındaydı ancak gerçek de kabul etmek istemediği kadar kötüydü. Bu noktada Neville bilinçli/bilinçsiz bir tercihler bütünüyle aksi göstergeleri zayıflatmaya ve sonradan pişman olacağı birşey yapmamak için benliğinin bir tarafını baskıyla susturmaya karar verdi.
Yukarıdaki uc bir örnek ve aşağıda belirttiğim kitaptan alıntı. Ama bunun daha azını hem biz hem de işletmemiz ömrü boyunca yüzlerce kez yapıyoruz. Bu algıda kasıtlı seçicilik ya da negatif olanı görmeme eğiliminin ne zaman bizi mutlu edecek seviyede olduğu, ne zaman bizi mahvedecek kadar aşırıya kaçtığını bilmek önemli. Ama daha da önemlisi sürekli algılarımızı ve kabullerimizi sorgulamamız gerektiği.
O yüzden, tüm işletmecilere, mutlaka yapının içinde birkaç "şeytan avukatı" bulundurmalarını öneriyorum. Bu adamlar ki, ben de onların önde gidenlerinden biriyim, çoğu zaman çok sinir bozucu olabilirler ama sağlıklı bir işletme için çok bariz gibi görünse de herşeyi sorgulayan birkaç kişinin olması gereklidir.
Geçmiş başarı hikayelerine takılı kalmak ve hala başarılı olduğunu zannetmek, işlerin ne kadar kötü durumda olduğunu kabul etmekten şiddetle kaçınmak, işin çok riskli olduğunu gösteren onlarca göstergeyi yok sayarak işi yine de almak, kendisinin ya da ekibinin başarısız olduğunu kabul etmemek gibi onlarcası hergün şirketleri ya batırıyor ya da onları çok kötü durumlara sokmaya devam ediyor. Kişisel olarak da; kendimizi ve başarımızı büyük aynasında görmek, beceremediğimizi ya da bilmediğimizi kabul etmek istememek ve bunun için yüzlerce gerekçe ve mazeret bulmak hepimizin çok sık yaptığı kendini kandırma örnekleri.
Bunların bir kısmının Neville gibi farkındayız. Ama birçoğunu da bilmiyoruz bile. Çok yaşlı sayılmam ama hayatın bana öğrettiği gerçeklerden birisi şudur:
"İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar" Julius Caesar.
Mark Twain'in dediği gibi, bazen insanlara kandırıldıklarını ya da kendilerini kandırdıklarını göstermek çok zor olabiliyor. Özellikle de kendisini adadığı işletme ya da kendi başarısıyla ilgili konularda insanın inanmamak üzerine geliştirdiği direnç çok yükseliyor.
İşte yönetim sistemlerinde de, insanın kendini değerlendirmesinde de "bilim" bu yüzden çok önemlidir. Çünkü yalnız ve ancak bilim, bu kendini kandırma kısır döngüsünü kırabilir ve bu yüzden "Hayatta tek hakiki mürşit ilimdir". Bilim bize herşeyi, önceki önyargılarımıza, kulaktan dolma bilgilerimize ya da zannımıza göre değilde, ispatlanabilir ve tekrarlanabilir verilere göre değerlendirmemizi salık verir.
Buna yürekten inandığım için ben, saatlerimi, günlerimi doğru performans göstergelerini bulmaya ve ölçmeye harcıyorum. Bunun için kağıt üzerindeki sayılara değil kıyaslı olarak genel başarıya bakalım diyorum. Üretimden veri toplama sisteminden tutun da yıllık gözden geçirme toplantılarına kadar her noktada çarpıtılmamış doğru verinin olması bu yüzden çok önemli işte. Çünkü verilerle oynamak benim için iş değil. Yöneticileri belli bir süre kandırmak her zaman mümkün ama gelin görün ki farkındalığınız yüksekse, kendinizi kandırmak o kadar kolay olmuyor işte.
Daha önce görev yapıp ayrıldığım işyerlerinden birinin ekibi ile yıllar sonra bir araya geldik. Bana "Yahu Murat bey, sen bizi haybeden uğraştırıyormuşsun, senden sonra o sistemlerin kimse yüzüne bakmadı, biz de uğraştan kurtulduk ama bak herşey devam ediyor" dediler.
"Doğru, haklısınız" dedim bende. "Eşeklik bendeydi çünkü".
Eşeklik gerçekten bendeydi çünkü onlara ne yaptığımızı ve neden yaptığımızı anlatamamışım. Sadece yapmışlar. Sonraki yıllarda ekibime birşeyi neden yapmaları gerektiğini anlatmaya nasıl yapmaları gerektiğini anlatmaktan on kat daha fazla zaman ayırdım ve kendim için başarı ölçüsünü benden sonra sistemin eski haline gelip gelmemesi, üzerine koyduğumuz taşların devrilip devrilmemesi olarak belirledim. "Benden sonra" kısmını ölçmek çok kolay olmuyor ama yine de kendime birkaç veri toplayabiliyorum sonradan.
Ha bir de genç dostlara şunu hatırlatmakta fayda var: bilime inanmanız, doğruyu araştırıp bulmanız çok önemli. Ne iş yapıyor olursanız olun ilk madde bu. Buna birlikte çalıştıklarınızı da inandırmanız ve kendinizi kandırmadan çalışmanız daha da önemli. Ama bunları yapsanız da bazen, özellikle yıllarca buna aykırı çalışmış üst yönetime anlatmanız mümkün olmayacak. Bazen bilimin ortaya çıkaracağı gerçeği hiç sevmeyenler önünüze bir ip çekip üzerine un serecekler. O kadar basit değil yani. Ama yılmadan ve genele uymadan inatla devam edeceksiniz bilimi aramaya. Şeytanın avukatlığına soyunacaksınız ya da şeytan avukatlarının değerini bilip onlardan sisteme eleştiri anlamında yaralanacaksınız.
Kendinizi "dozunda" kandırdığınız ve bilimin peşinde koştuğunuz bir yıl geçirmeniz dileği ile...
* Belirtilen alıntı "Psikolog ve Filozof" kitabından yapılmıştır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder