Öncelikle, uzun bir aradan sonra tekrar selamlar...
Ne oldu artık yazmıyorsun yoksa vaz mı geçtin bu işten diyen dostlarıma da buradan cevap vereyim:
Hayır, vazgeçmedim. Sadece yoğun şekilde yüksek lisans bitirme projesine gömüldüğüm için yazı yazmakla ilgili tüm enerjimi oraya sevk ediyorum. 1 ay daha devam edecek bu tempo sonrasında bu yelkenli yolculuğuna kaldığı yerden devam edecek.
Ancak dün mezuniyet töreninde Bahçeşehir Üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Dr. Ali GÜNGÖR'ün ağzından dinlediğim ve onun da anlatırken 9. Cumhurbaşkanına atfettiği anekdotu unutmadan yazmam lazım:
"Fransızların Avrupayı ele geçirme hırsıyla heryere saldırdıkları ve Almanya'nın kapısına dayandıkları yıllar. Almanlar görüşlerini almak için ünlü düşünür Goethe'ye başvuruyorlar:
- Efendim Fransızlar kapımıza dayandı, savaş artık an meselesi ne yapmamızı tavsiye edersiniz?
- "Açabildiğiniz kadar okul açın ve eğitime büyük önem verin" diyor Goethe
- Efendim tam anlamadınız herhalde, size Fransızlar artık kapımızda savaş başlamak üzere diyoruz siz bize okul açmaktan bahsediyorsunuz...
- "Bugünü kaybetmişsiniz, diyor Goethe; bari yarını kazanın istedim"
Vural Savaş'ın anılarım kitabından daha önce bahsetmiştim. Orada kendisinin savaşmakla bir ömür harcadığı zihniyetin başka ülkelerde nasıl geliştiği ile ilgili çok çarpıcı bilgiler var. Örneğin Afganistan. Türkiye'de Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Afganistan'da da modernleşme ve özgürlük eğilimi vardı. Kendilerine Türkiye'yi örnek alıyorlardı ve o dönemde Afganistan'daki öğretmenlerin ve doktorların önemli bir kısmı kadındı.
Sonra ne mi oldu?
Pakistanın sözde Kur'an kurslarında yetiştirilmiş Türkçesi "talebeler" anlamına gelen Taliban ülkeye egemen olmaya başladı. İlk iş eğitim sisteminin kökten değiştirilmesi ve "din" eğilimli, gerici okulların açılması ve giderek yaygınlaştırılması oldu. Bu akımın yayılmasından yaklaşık 15 - 20 yıl sonra artık iktidarı tamamen ele geçirmiş ve meşhur yasalarını yürürlüğe koymuşlardı. Şu an kitaptan uzakta bu satırları yazdığım için net alıntı yapamıyorum ama adı geçen kitapta Milliyet gazetesinde yayınlanan bir makaleyi hatırlıyorum. Uzun yasaklar listesinin ilk maddesi, kadınların çalışması kesinlikle yasaktır şeklinde. İkinci maddesi kadınların bir akrabası olmadan sokakta yürüyemeyecekleri ve üçüncü maddesi kadınların erkek doktorlara muayene olmasının yasak olduğu.
Hadi basit bir mantık yürütelim; eğer kadınların çalışması yasaksa, doktor olamayacaklar demektir. Eğer kadınların erkek doktorlara muayene olması da yasaksa, hasta kadınlar nasıl tedavi edilir?
Tanıdık geliyor mu?
Bu müthiş mantık sorusuyla sizi başbaşa bırakıp asıl mesajımıza dönelim:
Bugün eğitim alanında verdiğimiz her taviz, yapılan her tahribat, ülkemi doğru ve "bilim" odaklı yöne çevirmekten uzak her hareket çok kısa zaman sonra ağır faturalarla geri dönecektir. Zaten şu an olanlar bundan 15-20 yıl önce yapılanların meyveleridir.
Eğitim işte bu kadar önemli. Bir ülkenin hayatını, gidişatını ve geleceğini bundan daha kökten etkileyebilecek hiçbir şey yok. Atatürk öğretmenler için: "Gelecek sizlerin eseri olacaktır" derken bunu kast ediyordu. İlk devrimlerinden birinin "Tevhid-i tedrisat" olmasının gerekçesi de buydu. Köy enstitüleri ile eğitimi en ücra köşelere ulaştırma gayreti de bu yüzdendi.
Eğitime ilaveten küçük bir bilgi daha:
Konfüçyüs'e sormuşlar: "Bir ülkeyi yönetmek durumunda olsaydınız, ilk önce ne yapardınız?" Şöyle cevap vermiş;
"Dili düzenlerdim... Dil düzgün
olmazsa, söylenilen söz, demek istenilen olmaz. Söylenilen söz,
anlatılmak istenilen değilse, yapılması gereken yapılamaz, gereken
yapılmazsa ahlak ve sanat yozlaşır. Ahlak ve sanat yozlaşırsa, adalet
yolunu şaşırır. Adalet yolunu şaşırırsa, insanlar, şaşkınlık ve
güçsüzlük içinde aylak olurlar. Onun için söylenilen sözü doğru
söylemeli. Bu herşeyden daha önemlidir. "
0 yorum:
Yorum Gönder