Bir şekilde yönetim işinin içindeyseniz birden daha fazla sayıda insanın oluşturduğu bir küme ile uğraşıyorsunuz demektir. Sosyoloji biliminin bir dalı, insanların bireysel tepkileri ile toplu tepkileri arasındaki derin uçurumu ve bunun dinamiklerini anlamaya odaklanmıştır ve derinine inerseniz sonuçlar sizin için de çok şaşırtıcı olabilir.
Evrenin yaratılmasındaki en muhteşem şey bence zerre ile küll’ün birebir aynı olmasıdır. Yani devasa galaksilerle bir atomun iç yapısı aynı şekilde çalışır. Zerreyi çözerseniz bütünü de anlarsınız. Öyle ise birbiriyle savaşan binlerce kişilik orduları ya da eylem yapan milyonlarca insanın davranışlarını çözümlemek için önce daha küçük kümelerin davranışlarını anlamaya çalışırız.
İnsanın birey ve toplum arasındaki geçişi, kendi çıkarı ve ait olduğunu düşündüğü grubun çıkarı arasında yaptığı seçimler ve bunları nelerin tetiklediği konusu benim her zaman ilgimi çekmiştir. Tek tek kişilerin davranışları ve tepkileri ile aynı kişilerin bir topluluk içerisindeki davranışlarının nasıl bu kadar farklı olabildiği, topluluğun ortak aklının nasıl bazen tamamen akılsızlık boyutuna varabildiğini anlamak, özellikle işi bu tür oluşumları yönetmek olan insanlar için, kaçınılmaz bir gerekliliktir. Şimdi gelin birlikte bu karmaşık düzeni biraz daha anlaşılır hale getirmeye ve kendimiz için yönetsel çıkarımlar yapmaya çalışalım:
İşimizi biraz daha kolaylaştırmak için imgelerden ve gruplamalardan yararlanmak zorundayız. Yani kitleleri bazı özelliklerine göre kategorilere ayırmalı ve bazı özelliklerini imgeler yardımıyla açıklamalıyız. Etik olması açısından belirtmeliyim ki bana bu yazı fikrini veren de, az sonra yapacağım açıklamaların da asli kaynağı Elias Canetti’nin “Kitle ve İktidar” başlıklı baş yapıtı. Bu konuda yazılmış en harika eserlerden biri olduğunu düşünüyor ve okumanızı tavsiye ediyorum.
Elias Canetti’nin yaptığı gibi kategorilemek ve tek tek imgelerle açıklamak için maalesef bu blog yeterli değil. Zaten, yönetsel çıkarımlarımızı yapmak için, gerekli de değil. Ama ister binlerce, milyonlarca kişiden oluşsun, isterse 5 kişiden meydana gelsin; bir amaçla bir araya gelmiş bir topluluk ve onun davranışlarının anlaşılması ilginizi çekiyorsa kitabın tamamına göz atmalısınız.
Bireyle kitleyi birbirinden ayıran en önemli fark kitlenin çoğul oluşu ve aynı amacı, sıkıntıyı ya da üzüntüyü paylaşan insanlardan oluşmasıdır. En ilkel ve basit hali, ilkel çağlardan beri insanoğlunun oluşturduğu en eski küçük kitle olan “avcı sürüsü”dür. Ortak akıllarında peşlerinde oldukları avı öldürmek vardır ve bu amaçla biraraya gelmişlerdir. Amaç gerçekleşene dek de her bir birey sadece sürünün ihtiyacına göre davranır. Öldürme eylemi gerçekleştiği anda ise sürü dağılır. O andan itibaren her birey kişiselleşir ve hepsinin tek tek amacı avdan daha iyi ve büyük bir pay almak olur. Kitle psikolojisi artık etkisini kaybetmiştir ve Elias’ın da altını çizdiği gibi, eğer ganimetin paylaşımı için uygun usuller ya da kurallar olmasaydı insanoğlunun her av partisi birbirlerini öldürmeleriyle sonuçlanırdı.
Avcı sürüsünün “amacı” kendilerine saldırmıyor ve tehdit oluşturmuyordu. Elde etmek istedikleri “amaç” kendileri için tehdit oluşturduğu durumda ortaya çıkan sürüye ise “savaş sürüsü” adını veriyoruz. Savaş sürüsü oluştuktan sonra ortak tehdide karşı yine ortak bir yok etme psikolojisi oluşturuyor insanlar. Ordunun her bireyi karşı tarafın nefret edilmesi gereken ve kendilerini yok etmek isteyen insanlardan oluştuğu kabulünü yapıyorlar ve bunu öyle kendilerinden geçerek yapıyorlar ki insanlık tarihi, belki de kendi başına bir karıncayı incitemeyecek olan kişilerin savaş şartlarında yaptığı akıl almaz vahşetlerle dolu.
Buna benzer şekilde yas sürüleri, eylem ya da isyan sürüleri gibi birçok farklı türünü inceleyebilirsiniz. Her kitlenin oluşum ana amacı ve şiddete meyli, derinliği ve çoğulluğu gibi özellikleri değişkenlik gösterir. Bunu daha iyi anlamak için kitlelerin bazı temel özelliklerini imgelerle anlatalım:
Ateş, kitlelerin yakıcı ve tahrip edici özelliğini simgeler ve gerçekten de bu özelliği ağır basan kitlelerde ilk kıvılcımdan sonra yakma, yıkma, tahrip etme duygusu kitle için kaçınılmaz bir dürtü olur. Deniz, kitlenin homojen, değişken, gizemli durumunu imgeler. Deniz durgun, hareketli, fırtınalı veya öldürücü olabilir ama ateşin aksine beklenmedik ve ani değildir. Yeri bellidir ve ummadığınız şekilde karşınıza çıkmaz. Ama aynı zamanda içinde dışından görünmeyen müthiş bir çeşitlilik barındırır ve bölümlere ayrılmayacak şekilde her noktada aynıdır. Nehir, kitlenin tam olarak oluşumundan önceki fazını simgeler. İnsanların sokaklarda nehir gibi akarak bir araya geldiklerini ve yavaşça kitleyi oluşturduklarını görebilirsiniz. Nehrin özelliği sürekli akması, sabit iki sınır arasında gitmesidir. Nehir özelliği olan bir kitle devam etmek, çevredeki sabit bir kalabalık tarafından izlenmek ve gücüne ve oluşturduğu tehdide saygı gösterilmesi arzusunu taşır. Benzer şekilde orman, ekin kelimeleri de kitlelerin çokluğu, ululuğu, saygıdeğerliği ve homojenliği gibi özelliklerini anlatmaktadır.
Kitabı okudukça, kitle özelliklerinin doğaya olan benzerliği ve gerçekteki anlamları beni büyüledi. Bunları detaylı düşünüp birçok çıkarım yapmak mümkün. Deniz, orman, yıldızlar vb. kelimelerle ifade edebileceğiniz kitlelerin çarpıcı noktalarından birisi çokluk içindeki hiçlik durumlarıdır. Bir orman milyarlarca yaprağın bir araya gelmesi ile oluşur ama ormanı düşünürken hiçbir yaprağı özelinde düşünmezsiniz. Diğerlerinden daha büyük, daha yeşil ya da daha değişik bir şekilde olmasının hiçbir önemi yoktur çünkü ormanın içinde “tek” olarak hiçbir yaprak yoktur. Tıpkı sayılamayacak kadar çok olan yıldızlar kümesini kastettiğinizde aklınıza tek tek hiçbir yıldızın gelmemesi gibi.
Bu eşitlik ve aynılık duygusu ile, kendinden geçerek daha büyük bir şeyin parçası olma duyguları insanın varoluşsal arzularıdır ve kitlelerin en başta oluşabiliyor ve belli bir süre devam edebiliyor oluşunun altında bu sır vardır. Ama bu sır, aynı zamanda kitlenin zayıf noktasıdır ve bu aynılık ve ortaklık hissini zedeleyebilirseniz kitleyi darmadağın edebilirsiniz. Tarihin her döneminde savaş sonrası ganimet talanı orduların en zayıf ve dağılmaya yakın olduğu zamandır. Çünkü o an ortak düşman yok olmuş ve her birey “kişiselleşmiştir”. Bu olmasın diye savaş liderleri orduyu bir arada kalmaya ve ganimeti büyük bir zafer şöleni ile bir arada kutlamaya iterler.
Buraya kadar yazdıklarımızdan şu basit çıkarımları yapabiliriz:
- İş yerinizdeki insanları avcı sürüleri gibi geçici süreyle ortak bir hedefe yöneltebilirsiniz ama elde edilen ganimetin paylaşılmasına dikkat etmelisiniz.
- İnsanların kitleler halinde iken ateş kadar yakıcı, bir nehir gibi sürekli akma ve büyüme ihtiyacında, bir deniz gibi belirsiz ama çok canlı olduğunu bilmeniz gerekir. O yüzden kitleleri anlamak da onlara bu durumda nasıl davranmanız gerektiğini bilmek de ayrı bir eğitim ve uzmanlık gerektirir.
- Kitle kişiselleşirse dağılır ve amacınız onları dağıtmak ya da bir arada tutmak ise bu kritik sır sizin için herşeydir.
Bu yazıyı yazmakta iken Metal işçilerinin sendika ile olan bir problemleri nedeni ile kitleleşmelerini ve hareketlerini gözleme imkanı buluyorum. Ve her noktada Elias’ın ne kadar çarpıcı tespitler yaptığını farkediyorum. Şuna bakın mesela :
“Bir kitlenin iç
yaşamının en çarpıcı özelliklerinden birisi zulme uğramış olma duygusudur; bu
duygu bir kez ve sonsuza dek düşman ilan ettiği insanlara yönelttiği kendine
özgü bir öfke ve sinirliliktir. Bu düşmanlar haşin ya da yumuşak, sert ya da
sempatik, keskin veya ılımlı davranabilirler; ne yaparlarsa yapsınlar
yaptıkları herşeyin değişmez bir art niyetten, kitleyi açık ya da sinsi bir
biçimde yok etmeye yönelik kasıtlı bir niyetten kaynaklandığı yorumu
yapılacaktır.” Age. S.22
Şu an kitle halinde hareket eden işçi dostlarımızın sosyal medya hesaplarına bir bakarsanız yana yakıla diğerlerini nasıl katılmaya çağırdıklarını, kitlenin karşı konulamaz hızla büyüme isteğini görebilirsiniz.
Kitle psikolojisini ilk inceleyen ve bu nedenle kitle psikolojisinin babası olarak tabir edilen Gustave Le Bon ve ünlü kitabı “ The crowd : Study of the popular mind” dan bahsetmeden geçmeyelim. Birçok harika tespiti gibi, şöyle diyor Le Bon:
“Filozofların aksine, kitleler fikirleri yüzeysel olarak kabul eder ve bunu kitle hareketlerine yakıt olacak şekilde değerlendirirler.” Yani kitlenin peşine gittiği fikri derinlemesine incelemesi, kanıtlar ve ispatları araması ve belirli mantıksal sorgular yapması beklenmez. Fikir ya da slogan genellikle saman alevi gibi hızla yayılan ve tutuşmayı sağlayan bir katalizördür.
Kitlenin ateş, deniz, orman, ekin vb. kelimelerle imgelediğimiz birçok farklı davranış kalıbını değerlendirmek mümkün ama o kadar ne yerimiz var, ne de sanırım sizin okumaya sabrınız. O nedenle karşımızda ortak amaca kilitlenmiş, mağdur olduğunu düşünen ve bu şekilde birbirine sürekli mesaj vererek giderek ateş özelliği kazanmakta olan bir kitle olduğunu düşünelim. Bu kitle karşı konulamaz şekilde büyümek isteği içerisinde ve dışarıdan gelen tüm müdahaleleri yukarıdaki alıntıdaki gibi kendi birliğine yapılan bir müdahale olarak algılamakta olsun.
Bu şartlar altında bir yönetici her zaman ikilem içerisindedir. Öncelikle yönetici, böyle bir eylemin başarı ile sonuçlanmasını istemez çünkü bunun sonrasında ardı arkası kesilmeyen isteklerle devam edeceğini ve bu başarılı kitle hareketinden alınan cesaretle sürekli benzer eylemler yapılacağını düşünür. Ancak bunu engellemek için çok sert bir müdahale mi yapsa, anlayışla mı yaklaşsa, onların temel ihtiyaçlarını zora sokarak dağılmaya mı zorlasa karar veremez.
Bazen yönetici, aslında eylemin gerekçesinin haklı olduğu ancak onun amirlerince bu konuda verilecek tavizin hoş karşılanmayacağı ikilemine de girer ve belki de en zoru budur. Çünkü içten inanmadığınız bir davada dirayet göstermek sonucunda sizin için bir zafer, bir rütbe, bir hazine de sağlasa vicdanen zordur.
Böyle çetin bir savaşın içinde kalsam ne yapardım diye soruyorum kendime. Bu savaşın asıl çetin kısmı dışarda bir şekilde kitle hareketi yapan kişilerle girdiğiniz değil, kendi içinizde girdiğiniz savaştır. O savaştan da galip çıkmanın benim bildiğim tek bir yolu var: kolay olduğunu söylemiyorum ama; sonucu sizin için apaçık felaket de olsa doğru bildiğinizin ve inandığınızın arkasında durmak, bunun için gerekirse kelleyi koltuğa alıp yönetime ya da çalışanlara direnmek.
Sağ salim iç savaştan çıktıysanız önünüzde çözülmesi gereken nispeten daha küçük bir problem var demektir ve hem kitaplardan ve araştırmalardan edindiğim bilgiler hem de kendi gözlemlerime dayanarak aşağıdaki noktalarda çok dikkatli olmanız gerektiğini söyleyebilirim:
- Kitle psikolojisinin bireyden çok farklı olduğunu, çoğunlukla mantık aramamanız gerektiğini iyi bilin
- Kitle hareketleri zıtlıktan beslenir. Kitle içerisindekiler birini, bir kurumu, bir takımı ya da düşman ordusunu kendilerinin tamamen zıddı olarak kabul eder ve bu zıtlıktan beslenirler. Onlarla beraber olun, birlikte eylem alanında güneşin altında kalın ve biz – siz, işçiler – yöneticiler, dışarıda eylem yapanlar – içeride klimalı odada oturanlar, işçi sınıfı – işveren sınıfı gibi kesin zıtlıkları yumuşatmaya çalışın. Bu farkı ne kadar az hissederlerse kitle o kadar ana damarından uzakta kalacaktır.
- Eylemin içindeki herkesin, ne isterlerse istesinler, ne yaparlarsa yapsınlar sonuçta insan olduğu gerçeğini unutmayın. Temel ihtiyaçları; beslenme, tuvalet vb. şeyler için dışarıdan birinin değil öncelikle sizlerin desteğini görmeleri herşeyi değiştirir. Bir kaleyi kuşatıp almaya çalışmıyorsunuz. Onların temel ihtiyaçlarını kesip onları dağılmaya zorlasanız ve başarsanız bile sonunda sizden nefret eden insanlarla başbaşa kalacaksınız.
- Kitlenin tamamına yapacağınız her etki kenetlenmeyi arttıracaktır. En mantıklısı, kitle ile değil içinden birkaçı ile uzlaşmaya çalışmaktır. Ancak uzlaşma masasındaki birkaç kişinin de, makul olana ilaveten, dışarıda zafer nidaları ile karşılanacak bir şeyler söyleyebilme arzusu ile yanacağını unutmayın.
- Yönetimin, işletmenin çok uzun soluklu bir iş olduğunu da aklınızdan çıkarmayın. Tek bir zafer size bir şey katmayacağı gibi, tek bir mağlubiyet de sizi mahvetmez. Sonucu eylemci kitle ile barışık, karşılıklı güvene dayalı bir ortam değilse zafer de mağlubiyet de işletme için anlamsızdır.
- Tarihte binlerce örneği olsa da, her haftasonu stadyumlarda benzerleri görülse de aslında kitle eylemleri nadirdir ve zor oluşurlar. İnsanları o noktaya “aslında” neyin getirdiğini samimi olarak düşünmeniz gerekir, çünkü kitle eylemlerinde ortada sloganlaşan ve çıkış noktası sandığınız çoğunlukla son damladır. Herkes o konuda bağırır ama aslında o kitleyi oluşturan, taşmadan önce koca bir bardak su vardır. Bir bardak suyu anlamayıp son damlaya odaklanırsanız gerçeği bir kez daha kaçıracak ve sonunda yine konuyu anlamayacaksınız demektir. Gezi olaylarından sonra yapılan “ Arkadaş, iki ağaç için kopardıkları fırtınaya bak” yorumları ya da “Allah Allah bu metal işçileri neden şimdi böyle bir eylem yapıyorlar?” soruları bu bardağı kaçırma hususuna örnektir.
Bu konuda benim öğrenme açlığım henüz hiç hız kesmedi.
Anlaşılması gerekli daha birçok şey var. Yönetim bilimleri açısından da çok
değerli bir alan olduğuna inanıyorum. Başta çıkarımlar yapmak nasip olursa yine
bu sayfalardan paylaşmak dileğiyle bir uzun ve sıkıcı yazıyı daha noktalıyorum.
0 yorum:
Yorum Gönder