İş yeriniz kötü bi yer mi? Ne kadar güzel...



Kalemin gücüne hayret etmemek elde değil. Bilgelerin asıl fethin kalemle yapılacağını, kılıçla tüfekle yapılan fethin kısa süreceğini söylemelerinin aslını bazen daha da iyi anlıyorum.

Mevlana Mesneviyi 1259 yılında yazmaya başlamış ve 1273 yılında tamamlamış. Ben bu gece okuduğumda hala bana "anlam" öğretiyor ve yolumu aydınlatabiliyorsa, kalemin tam 741 yıl sonra bile hala etkili olduğunu söyleyebiliriz. 741 yıl sonra birisi okuduğunda feyz alabileceği ve bir şeyler "anlayabileceği" herhangi birşey yazabilmeyi çok isterdim.

6. cildin ortalarında Mevlana, gerçek varlığın yoklukta olduğunu anlatıyor. Bu mevzu düşündükçe büyüyen, daldıkça derinleşen bir derya olduğundan burada bahsetmeyeceğim. Ancak anlatımın bir noktası bana bu yazıyı yazmamda ilham sağladı.


Her usta maharetini sergilemek için yokluğun peşinden koşar diyor büyük üstad. "Her sanatın sahibi, sanatını göstermek için yokluğu arar. Mimar, bina yapılmamış bir arsa yahut yıkılmış, tavanları çökmüş, harap olmuş bir ev arar. Saka, içinde su bulunmayan kap arar. Dülger de kapısı olmayan ev araştırır."

O halde hayatınızda her ne "yoksa" o sizin maharetinizi göstermeniz için bir boş alandır aslında. Eğer yönetim ehliyim, bir yöneticiyim diyorsanız o halde kötü yönetilen veyahut sizin sanatınıza ihtiyaç duyan bir yer aramanız gerekir. Hepimiz işyerinde bir yokluğu kapatmak üzere bulunuruz aslında. Biz olmasak eksik kalacak bir alan olduğu için ordayızdır.

Şu an yapmakla sorumlu olduğum işi yaparken bazen çok karamsar oluyorum. Çok fazla değişken, çözülmesi gereken onlarca sorun, istediğim gibi gitmeyen birçok iş olduğunu hissediyorum. Kısıtlar, kaynak yetersizlikleri, insanlarla ilgili davranışsal problemler üstüste biniyor. İpin ucunun kaçtığını ya da herşeyin, düzeltilemeyecek kadar kötü olduğunu düşünüyorum. Bu ruh hali, herkesin hayatının belli zamanlarında içinden geçmesi gereken kaçınılmaz bir faz. Uzun ya da kısa sürebilir, sık ya da nadiren tekrarlayabilir ama mutlaka olur. Olmalıdır da. Çünkü yapılacak herşey emek ve çaba gerektirir ve bu emek ve çaba gösterimi esnasında insan zorlanır, sıkıntıya düşer ve bazen yapamayacağını hisseder. Bu gelgitleri yaşıyor ve yeniden toparlanıp kafanızdaki "ideal" durum için çalışmaya başlıyorsanız, o zaman birşeyler yapıyorsunuz demektir. Mevlananın bahsettiği "yokluğu aramak" bu hissi kaybettiğinizde konfor alanı içine düştüğünüzü bilmek ve yeniden doldurabileceğiniz bir boşluk aramak üzere konfor alanınızı terk etmektir. Çünkü ancak öyle varlığınız anlamlanır ve siz sürekli yokluk peşinde koşarak "varlığı" elde edersiniz.

Karmaşık mı geldi?

Benim anlatma acizliğimdendir.

Bazen, işlerin olumsuz gittiği, insanların kötü olduğu ve sürekli şikayet edip durduğumuz her türlü olumsuzluğun bulunduğu bir işyeri "görmeniz" ve "öğrenmeniz "için bulunmaz bir fırsattır. Bazen durumundan ve kaynak yetersizliklerinden şikayet ettiğiniz bir pozisyon, bakış açınızı değiştirebilirseniz, sizin için, çok şey öğrenebileceğiniz ve çok daha fazla tatmin yaşayabileceğiniz bir yer haline gelebilir.

Kapitalizmin size uydurduğu yalanları unutun. İş dediğimiz şeyin amacı yorularak para kazanmak ve o parayı "tatil" denen tüketim şekliyle tekrar harcamak değildir. "İş"ten asıl kazancınız, hallettiğiniz konular, sürekliliğini sağladığınız düzen, başardığınız projelerdir. Bir başka deyişle; bir işe yaramak ve birşeyler katmaktan aldığınız tatmin duygusudur. İnanmıyorsanız ihtiyaçlarını karşılayacak kadar hatta çok daha fazla parası olmasına rağmen çok mutsuz olan emeklilere bakabilirsiniz.

Emekli olmadan anlayamayacağımız gerçek; çalışmaktan asıl elde edilenin parayla ilgisi olmadığı gerçeğidir. Ve o parayla ilgili olmayan tadı bulmanın yolu da, Mevlananın dediği gibi, yokluğu aramak ve yokluğu bulduğunuzda kıymetini anlamaktan geçer.

Benim şimdikinin 3-4 katı kadar bir bütçem, fazladan 8-10 beyaz yaka çalışanım ve halihazırda kurulu çok iyi işleyen sistemlerim ve kurum kültürüm olsa, bir başka deyişle; şimdikinin çok ötesinde "varlık "tarafında olsam acaba yaptığım iş daha kolay ve keyifli mi olurdu? İşletmenin  bana hala ihtiyacı olur muydu? Atatürk, elinin altında çok üstün bir silah gücü ve birkaç milyonluk bir orduyla ülkeyi kurtarsaydı ben ona bu kadar saygı ve hayranlık duyar mıydım? Gandi'nin Hindistandaki özgürlük mücadelesi 29 yıl sürmeseydi, binlerce insan ölmeseydi, İngilizler birkaç hafta içinde "Peki o zaman çekilelim biz" deseydi mesela, ben onu bu kadar sever miydim? Hiç sanmıyorum.

O halde eldeki malzemeyle ilgili sızlanmayı bırakalım artık. Başarmak zorunda değiliz zaten; keyif başarmaya çalışma eyleminde. Ulaşılacak bir hedef değil, yolculuğun kendisi var hayatta.

E o halde işyeriniz kötü bi yer mi? Ne kadar güzel.
Berbat bir pozisyonunuz mu var? Ne kadar şanslısınız....

Karanlığa küfretmenin aydınlanma sağladığı hiç görülmemiştir. Mumsanız karanlığı arayın, zaten karanlıktaysanız yanın.

0 yorum:

Yorum Gönder

Paylaşın

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

S3