Uzun zamandır yazamıyorum.
Aslında yazacak tonla malzeme biriktiriyorum, ama yazamıyorum.
Son 7 aydır iş hayatımı benim için her yönüyle farklı olan bir pozisyonda geçiriyorum. Bu blogda da çokça yazdım çizdim şu konfor alanı meselesini ve ben o alanda durmayı hiç sevmem ama konfor alanımın epey bir dışına çıkmışım bu kez :) Bunun getirdiği mücadelenin ve sıkıntının her türlüsünün içinden geçiyorum bu bir, koyun cebe...
Doğduğundan beri bu coğrafyada yaşayan biri olarak kurtulmak için uğraş verdiğim, maalesef bizim yetiştirilme tarzımızda olan ezbercilik, düşünmeme, sorgulayamama gibi problemlerle hem kendi adıma hem çevremdekiler yönünden uğraşıyorum, bu iki; bunu da atalım cebe...
Sistematik, bilime ve verilere dayalı, eşitlik ilkesinin olduğu, insanların doğru değerlendirilip hak ettiklerini aldıkları bir sistem kurma hayaliyle akşama kadar çalışıp, otoparktaki arabama bindiğim anda bu ilkelerin tümünden yoksun gerçek hayatla yüzleşip bunun çelişkisiyle boğuşuyorum, bu üç.
Tamamının kurgu ve yalan olduğunu bildiğim haberler, çözüm süreci diye anlatılan satış süreci gibi ülkemdeki, artık bilmeye dayanamadığım gerçekleri, görmezden gelmeye, okumamaya, dinlememeye, sanki hiç böyle şeyler olmuyormuş gibi davranmaya çalışıyorum bu da dört...
İşte tüm bunların içinde hem kendi akıl sağlığım, hem de çocuklarım için kendimi dengede tutmaya çalışıyorum. Bol bol dua ediyor, kendimce meditasyon teknikleri uyguluyorum. İçimde sürekli delirmeye ya da patlamaya çok yakın olduğum uyarısını veren bir his var. Bazen dengeyi tutmak ya da bozulunca yeniden sağlamak gerçekten çok zor oluyor.
Düşünmekten kaçıyorum. Bilginin artık insan aklı için bir lanet olduğuna iyiden iyiye inandım ben. Ne kadar az bilirsen, ne kadar az sorgularsan, ne kadar az herkes gibiysen o kadar rahat hayat.
Bu dertlerden benim gibi birçok kişinin de muzdarip olduğunu biliyorum. Çünkü aklı biraz başında birisi için bu ülkede yaşayıp delirmemek yağmura çıkıp ıslanmamak gibidir.
Dengemi korumak için gerçekten gayret sarfetmek zorunda kalıyorum artık. Bu iç denge, hayattaki huzurunuzun da, işteki başarınızın da tam çekirdeği. Sürekli dalgalanması ve birçok bozucu girişle değişmesi çok olağan ama benim bahsettiğim bunun toparlayamayacağımız kadar yüksek dozda ve sürekli olması durumu.
"Çılgın mı doğmuştum, yoksa fazla mı akıllıydım bilmiyorum; benim dünyam yeryüzüne uygun değildi... Düş dünyasından çıkıp gerçeklerle karşılaşınca tedirgin oluyordum. Toplumun dışında, siyasetin dışında, sporun dışında, kilisenin dışındaydım. O günlerde, eğer öyle bir deyim bulunsaydı, "Her şeyin dışındaki" denebilirdi bana..."
Bernard Shaw'a ait bu sözler. Kaç yılında söyledi bilmiyorum. Ama içinde yaşadığımız çağın durumunun öncekilerden hiç de farklı olmadığını çok iyi biliyorum. Kendimi buluyorum biraz bu sözlerde.
Ünlü filozof Sokrates yönetimler ve adaletsizliklerle ilgili konuşup o zamanın iktidarınca yok edildiğinde tarih M.Ö 399 u gösteriyordu.
Erasmus hem tüm insanları, hem yönetimleri, hem de kiliseyi türlü saçmalık ve ahlaksızlıkla anlatıp olanları ancak delilikle açıklayabildiğinde, yani "Deliliğe Övgü" eserini yazdığında yıl 1509 du.
Köroğlu Bolu beyinin zulmüne baş kaldırıp dağa çıktığında (kesin değil ama) tarih 16. yy'ı 1700 lü yılları gösteriyordu.
Atatürk Amerikan mandası mı olsak, yoksa İngiliz öküzü mü olsak diye düşünenlere "Ne saçmalıyorsunuz olm siz, delirdiniz mi" deyip kendini Samsun'a attığında yıl 1919 du.
Nazım Hikmet; "Bu ülkede adalet aramak, kerhanede bakire aramaya benzer" dediğinde (Nazım usta 1963 de öldüğüne göre ) tahminimce 1950'li yıllardı.
İnsanlık, tarihi boyunca hep yozlaştı ve hep birileri buna delirdi. Yeni değil yani.
Ama türlü mantıksızlığı normal kabul edip sessizce yaşayan ya da sürekli kendi maddi çıkarı için herşeyi hiçe sayanlar mı deli, yoksa bunlara isyan edip kelleyi koltuğa alanlar mı, ona ben de henüz karar veremedim.
Tüm bunları, olur da bir gün delirirsem beni sevenler şaşırmasın diye yazıyorum. Çoktan delirmiş ama henüz farketmemiş de olabilirim.
Anlayacağınız, denge meselesi üzerinde çalışıyorum bu aralar. İş yerinde de, ev de de dengeyi sağlamaya harcıyorum düşünsel enerjimin çoğunu.
Ama bunların güzel bir tarafı da var.
Tüm bu gelgitin ve sıkıntının içinde yaşadığımı ve geliştiğimi hissediyorum. Hayat böyle birşey işte.
"İnsan gülümseyişlerle göz yaşları arasında gidip gelen bir sarkaçtır" diyen Lord Byron'a selamlar.
Pek sık yazamasam da bana mail yoluyla ulaşıp yaz yaz diyen, konular öneren okuyuculara da çok teşekkür ederim. İnanın yeni pozisyon ve 2 çocuk şimdilik çok zor kılıyor bunu; çünkü yazmak bir tür deşarj ve önce şarj olmak gerekiyor.
Dengede durmaya çalışın. Hayatı da çok ciddiye almayın...
Sevgilerimle...
0 yorum:
Yorum Gönder