Tasavvuf ilminde ileride olduğumu söyleyemem.
Benimki daha çok kişisel merak ve okuyup dinlediklerimden elde edilmiş kulak dolgunluğudur. Bu ilimde ilerlemek çok daha yoğun zahmet ister. Ama bugüne dek okuyup anladıklarımdan süzdüklerim bende şöyle bir dem bıraktı:
Zerre ne ise alem de odur...
Tanrı öyle kusursuz ve akılalmaz bir yaratış mucizesi yapmıştır ki, küçücük bir atomun yapısı ve içinde olanlarla koskoca evren aynı şablona sahiptir. On üzeri sayılarla ifade edilen astronomik boyutta neler oluyorsa on üzeri eksi ile ifade edilen mikro altı düzeyde de aynı şeyler olmaktadır.
Bugün astronomi bilimi evrenin sırlarıyla ilgili bize 50 yıl öncesine göre çok daha geniş bilgi sunuyor. Artık yldızların, kara deliklerin, galaksilerin nasıl oluştuğunu biliyoruz. Evrenin her yerindeki gaz ve toz halindeki madde belirli şartlar ile bir araya geliyor ve küçük bir kütle oluşturuyor. Milyonlarca yıl içinde yerçekimi bu kütleyi giderek büyütüyor ve sıkıştırıyor. En sonunda bu kütle yine içeriğinde doğru bileşenler varsa ve yeteri kadar sıkıştıysa bir anda alevleniyor ve bir yıldıza dönüşüyor. Milyonlarca yıl boyunca, milyonlarca santigrat derecede yanan bir yıldıza.
Ama bunun da bir ömrü var. Yıldız zamanla kendi kendini yiyor, önce devasa boyutlara büyüyor ve sonra büyük bir patlama ile bir kara delik haline geliyor. Bugün bilim adamları, kara deliklerin evrenin varlığının ve devamının önemli bir parçası olduğunu, dengeleri bir arada tutan muazzam bir güç yarattıklarını biliyor. Tabi ki ne her kütle yıldız oluyor ne de her yıldız kara delik. Hepsi için uygun şartların bir araya gelmesi gerekli.
İşte bunun aynısı, bana göre daha küçük ölçeklele dünyada da oluyor.
1881 - 1910 lu yıllar arasında Atatürk bir gaz ve toz bulutuydu bence. Ama bir yıldızın doğuşuna tanıklık ediyordu dünya farkında olmadan. Zamanla içinde bulunduğu sıkıntı ve zorluklar onu pişirdi, ısıttı ve sıkıştırdı. Hamurunda yıldız mayası vardı ama tıpkı büyük ölçeklisi gibi, bir anda parlamaya başlamadan önce tam olarak doğru süre boyunca sıkışması ve olgunlaşması gerekiyordu. 1919 yılları civarında evrimini tamamladı ve bir güneş oldu dünya için. Alev alev yanıyor, etrafını aydınlatıyor ve balçıkla sıvanamıyordu.
Her yıldız gibi o da görevini tamamladı ve büyük bir patlama ile yaşamı sonlandı. Bu patlama tüm dünyada acı ve gözyaşına neden olmuştu. Arkasında da her büyük yıldız gibi kocaman bir kara delik bıraktı.
Bu yıldız ölümlerinin anlatmadığım mucizevi bir yanı daha var ama...
Her yıldız kara delik olurken yaşadığı o müthiş patlama ile evrene muazzam miktarda enerji ve madde saçıyor ve sonraki gezegen ve yıldız oluşumlarının hammaddesini sağlıyor.
Atatürk de öyle yaptı. Arkasına baktığımızda karanlıktan başka birşey görünmüyor ama ben biliyorum ki bir yerlerde o yıldız tozları yeni güneşler yaratmak için sıkışmaya devam ediyor. Yeterince sıkıldığımızda aniden alevlenip ışıklar saçmaya başlayacaklar. Tıpkı binlercesinin Cumhuriyet tarihi boyunca tüm karanlığa rağmen ışık saçtığı gibi. Birçoğu da doğru zaman ve basınca dek beklemeye devam ediyorlar.
Şimdi söyleyin bana; evrenin çoğu karanlık mıdır yoksa evren yıldızlarla mı doludur?
Bu nereden baktığınıza ve ne gördüğünüze bağlı.
http://inspirationseek.com/supernova/