![]() |
"Henderson, yönetim stilinle ilgili konuşmamız gerek" |
Büyük ikramiye kazanan köylüye sormuşlar:
- "Bu kadar parayla ne yapacaksın?",
- "Bundan sonra soğanın sadece cücüğünü yiyeceğim" demiş.
Hepimiz kendi algı ve görgümüze göre hayatımızı rahatlatmak ve daha bol imkanlarla yaşamak istiyoruz. Bunun için de içimizde daha fazla güce sahip olmak için bir arzu var.
Güç yaratacak herşey nefsimizi büyük bir kuvvetle kendine çekiyor ve bu o kadar güçlü ki, çoğu zaman, ne akıl ne de vicdan önünde durabiliyor. Bütün insanlık tarihi güce sahip olma çatışmasının tarihi aslında. Şirket içi dengeler, ilişkilerimizdeki davranışlarımız, toplum içindeki statüler hep bu güç dengeleri ile ilgili.
Gücün en kısa yolu para olsa da, yetki, makam, sözünüzün dinlenmesi, otorite sahibi olma gibi arzular da gücün başka formları ve hepsine sahip olmak ile ilgili güçlü dürtümüz hep aynı amaca hizmet ediyor.
Ancak güç sahibi olmanın bazı şartları da var. Eğer bu şartlara sahip olmadan güce sahip olursanız sonuçları hem kendiniz hem de çevreniz için yıkıcı oluyor.
Pirelli firmasının çok sevdiğim bir sloganı vardı: "Kontrolsüz güç, güç değildir." diyordu reklamlarında. Dünyanın en hızlı arabasına sahip olmak, eğer onu durdurabilecek frenleriniz yoksa, anlamsızdır. Frenler tekerlekleri durdursa bile, lastik ile yol arasında tutunma yoksa yine güç kontrolünüzde değil demektir. Kontrolünüzden çıkan güç ne kadar büyükse, sonuçları da o kadar ağır olacaktır.
Demek ki güce sahip olmak yetmez. Onu kontrol edebilecek karşı güçlere de ihtiyacınız var. Motorun ürettiği gücün tam zıddı yönde frenleme, sürtünme kuvveti lazım bize. Nefsin ürettiği içsel gücün tam tersi yönde bir vicdana ihtiyacımız var. Hakim olma, otorite kurma duygusunun yarattığı gücün tam tersi yönde kendini bilme ve mütevazi olma gücüne ihtiyacımız var. Aksi halde, buz üzerinde frenleri çalışmayan araba nasıl giderse, biz de öyle gideriz elimizdeki güçle birlikte.
Kendisinde yeterli görgü ve karakter olgunluğu olmadan büyük paralar kazananların ya da ailesi çok zengin olduğu ve hiç sıkıntı görmeden büyüdüğü için duygusal bir olgunluğa ulaşamamış veliahtların davranışlarını düşünün. Karakteri oturmadan, komplekslerini gidermeden büyük bir tıra ya da çok güçlü bir spor arabaya sahip olanların trafikteki küstah ve saygısız davranışlarını gözlemleyin. Ya da yine benzer karşı kuvvetlere sahip olmadan yetki ve makam sahibi olmuş insanlara bakın çalıştığınız kurumlarda.
İnsan kendisini tanrısallaştırma eğiliminde hep. Özel olduğumuzu düşünmek istiyoruz, farklı olduğumuzu. Sıradan olmak, çoğunluk gibi olmak bizi çok korkutuyor ama bu korkuya sahip olmak bizi sıradan ve çoğunluğa mensup yapıyor zaten. Çünkü insanların çoğu için geçerli bu durum. Hasan-ı Basri; "Eğer fakirlik, hastalık ve ölüm olmasaydı insanoğlunun kibirden başı eğilmez olurdu" demiş.
Nefsimiz ve arzularımız tanrılaşma yönünde ama gerçekte bir çok zayıflık ve acizliğe sahibiz. İşte bu tezat, doğru donanımda olmadan güç sahibi olanlarda çok daha belirgin şekilde karşımıza çıkıyor.
"Sonradan görmeler", "Yetki Budalaları" hep bu güç şaşkınlığından. "Çingeneye beylik vermişler önce babasını kesmiş" atasözü de bu tip insanları anlatıyor.
Çalışma hayatımda birçoklarıyla karşılaştım ve karşılaşmaya da devam ediyorum. Dün fareyken bugün aslan gibi kükremeye çalışanlarını, yürüyüşü değişenleri, kaldıramadığı yetkinin altında kendini komik duruma düşürenleri gördüm. İnsanları arkasından sövdürenlerle, moralimi çok kısa sürede darmadağın edebilenleriyle çalıştım. Zamanla bir tür bağışıklık geliştirdim sanırım ki artık beni çok fazla sıkıntıya sokamıyorlar.
Ama bu ekibimi, özellikle de genç arkadaşları sıkıntıya sokamadıkları anlamına gelmiyor. Birine yetki tanımladıktan sonra küstahlaşıp tiran gibi davranmaya kalkıp kalmadığına mutlaka bakmak lazım. Eğer bunun sinyallerini veriyorsa da çok hızlı şekilde gerekli uyarıyı yapmak ya da yetkiyi geri almak gerekli. Bunu zamanında yapamayan yönetici emin olsun ki, ekip motivasyonunun altında fitili hızla yanan bir dinamit tutuyor demektir.
Güç sahibi olunca şaşkınlığa uğrayıp sapıtmanın tek yolu şımarıp küstahlaşmak değil. Bazı durumlarda da bir tür akıl tutulması yaşıyor insanlar. Ne yapacağını bilemez, işlerin içinden çıkamaz duruma geliyorlar. Hatta bu durum, iyi ve başarılı bir teknik adam iken yönetici pozisyonuna atanan birçok kişi için geçerli ve işletmelerde çok daha yaygın.
Yeni yöneticiler dengeleri ayarlayamıyor, nasıl davranacaklarını bilmiyor, ne zaman bağırmak, ne zaman yumuşak davranmak zorunda olduklarını kestiremiyorlar. Düne kadar kendilerinden sorumluydular ve oturup iyi şekilde işlerini yapmaları yeterliydi. Şimdi ise artık kişisel başarıyı değil, birden çok insanı başarılı kılmanın yollarını aramak zorundalar. Yetki var ama nasıl, ne zaman ve ne şiddette kullanılacağı konusunda bir kullanma kılavuzu ile birlikte gelmiyor. Karşısına çıkan problemlerin cevapları da çoktan seçmeli şekilde önünde değil. Her birini anlamak ve yaklaşım belirleyip yolu açmak zorunda.
Böyle durumlarda biraz abilik, koçluk, mentorluk bulma şansı olanlara bu, ilaç gibi gelecektir. Ama bulamayan benim gibi birçok insan başarısızlıkla tanışmak, büyük sıkıntılara girmek zorunda. Karşı kıyıya geçerken bir çok kez nefes alamadığınızı, kesin boğulacağınızı, oraya kadar gücünüzün yetmeyeceğini hissedebilirsiniz. Çokları boğulur da gerçekten. Ama şans, azim ve içsel gücünüz varsa karşı kıyıya çıkmak da olası her zaman.
Bazı yetki budaları ise bir başka davranış şablonunu gösteriyorlar. Kendilerini herkesin açıklarını bulmak, amirlere raporlamak zorunda hissediyorlar. Biraz üst sınıfa geçtiklerinde alttakilere çok tahammülsüz davranıyor, çok keskin kurallar konması ve disiplinsizliğe asla müsaade edilmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Bir anda, 1800'lü yılların Güney Amerikasında, bir çiftlikte zenci kölelerin başına kahya olarak atandılar sanki. Çok kısa sürede, kimsenin sevmediği ama kendisine "yapması gerekeni yapan mağrur ve gururlu biri" maskesini takmış adamlara dönüşüyorlar. Korku kültüründe bir miktar disiplin ve toparlanma sağladıkları da muhakkak ama uzun vadede mutlaka örgüt kültürüne zarar veriyorlar. Bu tip budalalarda ilginç olan şu ki; daha düne kadar içinde oldukları prosese bir anda yabancılaşıyorlar. Eğrisi, doğrusu, eksiklikleriyle birlikte o proseste görev alıyorlardı. Bir tık yukarı çıkıp işi yapması değil, yapanlara bakıp eleştirmesi gereken adam olduklarında herşey değişiyor. Yüzlerce -meli, -malı ile biten cümle kuruyor sanki bir başka kurumdan yeni gelmişte "nasıl böyle bir iş olur" diye hayret eden birine dönüşüyorlar. Halbuki atandıkları yer "başkalarının yaptıklarını eleştir ve raporla" yeri değil. Bilakis, "sen içerideki sorunları herkesten iyi bilirsin. Çözümler için çalış, o prosesteki sıkıntıların önünü aç" makamı.
Her işi hep ehline teslim etmek ve her pozisyona ruhsal olgunlaşmasını tamamlamış, tutarlı insanları yönetici yapmak hep hayalimizse de, pratikte pek mümkün değil. Yani bu yetki budalaları hayatımızın her noktasında karşımıza çıkmaya devam edecek. Ancak özellikle kritik kamusal pozisyonlar ve önemli yönetici koltuklarında bu konuda dikkatli davranmak gerekli. Zira bunlar çok fazla insanı etkileyen ve çok fazla insanı mağdur edebilecek noktalar. Gelin görün ki hem işletmelerimizde hem de ülkemizde ağırlıklı davranış işi ehline değil tanıdığa ya da çıkar ilişkisi olana teslim etmek şeklinde. O zamanda kılavuzumuz hep karga oluyor bizim.
Bu konunun içinden çıkmanın ise tek bir yolu var.
Ne demiştik; "Kontrolsüz güç, güç değildir".
Kontrolsüz yetki de yetki değildir. Yetkilendirmeyi mükemmel şekilde yapmak birçok nedenle her zaman mümkün olmasa da, iyi denetim mekanizmaları kurmak ve kontrol altına almak mümkündür. Doğru soruları sorup doğru parametreleri takip ederseniz, yetki budalalarını hemen tespit etmeniz, gerekliyse yardım, gerekliyse imha etmeniz kolaylaşır. Ayrıca kontrol mekanizmaları, yetki budalarının tiranlaşmasını, insan olmaktan kaynaklanan kusur ve hataların sistemi darmadağın etmesini de engeller. İşte bu yüzden tarih boyunca her uygarlık yetkinin tek elde toplanmaması, mümkünse bir denetleme, danışma, ihtiyarlar kurulu, senato ve benzeri oluşumlarla dizginlenmesi ve kamu yararına kullanılmasına çalışmıştır. Aksi halde yüreği ne kadar sağlam olursa olsun, çok fazla güçün hataya sürüklemeyeceği, diktatörleştirmeyeceği çok az insan vardır. Normal hayatta nereden bulacaksınız güç yüzüğünü kendiliğinden almayan Aragorn'u. Bulsanız bile, öyle bir adam gücün tekelleşmesini istemeyecektir. Aklı ve vicdanı olan hiçkimse bunu isteyemez. Çünkü aciz insanın, kaldırabileceğinden fazla güçle donanmasının mutlak felaket olduğunu bilir, anlar. O "güç yüzüğü" mutlaka yok edilmelidir. Modern yönetimlerde yasama, yürütme, yargının ayrılması, ülke liderliklerinin başka mekanizmalarca mutlaka denetime ve yargılamaya açık olması bu yüzdendir. Bunların yıkıldığı sistemler asla halkın yararına çalışmaz, daha ziyade bir kişi ya da grubun menfaatine diğer tüm dengeleri yıkıp geçer.
O yüzden bırakın şu an böyle bir şeye kalkışan zat-ı, bizzat Aragorn canlanıp Türkiye'nin başına gelse, şu an dayatılan sisteme HAYIR derim ben.
Kur'an-ı Kerim bu konuda da bize ışık tutuyor. Kur'an içerisinde en çok tekrarlanan ve altı çizilen kıssa sanırım Hz. Musa'nın hikayesidir ki bu hikaye, başlı başına, tüm gücü tek elde toplamış ve tiranlaşıp kendini herşeyin ve herkesin üstünde görmeye başlayan firavuna karşı yapılan mücadeleyi anlatır. Firavun da bir tür yetki budalasıdır ve gönlünün hazır olmadığı kadar büyük bir güce sahip olmuştur. Sonuç yukarıda anlattığımız gibi kaçınılmazdır. Yüce kitap da insanoğlunu yüzlerce kez yaşadığı ama hala ders almadığı bu tarih tekerrürüne tekrar girmemesi için uyarmaktadır. Şu an güzel ülkemde insanların uyutularak dayatılmaya çalışılan akıl mantık düşmanı sistem tam olarak birini firavunlaştırma sistemidir.
* Demokrasi ile diktatörlük arasındaki fark şudur; demokraside önce oy verir sonra emir alırsınız, diktatörlükte ise oy vermekle zaman kaybetmenize gerek yoktur. Charles Bukowski
İşletmedeki yetki budalalarından, aşırı gücün insanları sapıtması ve tek elde toplanmasının büyük sakıncalarına kadar geldik. Daha önce zerre alemin kopyasıdır demiş ve en büyük ölçekten en küçüğüne yaratılışın belirli şablonları içerdiğinden bahsetmiştim. Koca bir ülkede hatta dünyada oluşan güç kavgaları, tekelleşme ve tiranlaşma eğilimleri aynen küçük ölçekte işletmelerde de yaşanır. Şu an dünyada Amerikanın tekelleşmesini ve denetimsiz olarak canı ne isterse yapmasını ne kadar korkutucu buluyorsam, işletmelerde de kontrolsüz tekelleşmiş gücü o kadar korkutucu ve yıkıcı buluyorum. Belli bir ölçeği geçen patron şirketlerinin yetki devri yaparak gücü dağıtması gerekliliğinin altında da bu yatıyor.
Özetlersek;
- Güç / yetki mutlaka bunu taşımaya ehil insanlarda olmalı
- Güç bir insanın taşıyabileceğinden fazla tek elde toplanmamalı
- Her şart altında hesap sorulabilir ve denetlenip yönlendirilebilir olmalı
Bunların kısmen de olsa gerçekleşmemesi durumu ise tarihin bir tekerrürü oluyor. İnsanoğlu aynı hatayı binlerce kez yapacak kadar aptal ama her seferinde bir "Musa" çıkaracak kadar da harika işte...
* Geçmişte ve gelecekte kalanlara not : Son paragrafları tam anlamanız için "Yüzüklerin Efendisi" kitap serisini okumanız ya da film üçlemesini seyretmeniz gerekir. Zaten eğer hala yapmadıysanız bence bunu acilen yapmanız gereklidir...
0 yorum:
Yorum Gönder