Size emir verilse, acılar içinde bağırmasını izleyerek birine işkence yapabilir misiniz?
Yok, kesinlikle yapamam, biri yaparken bakamam bile demeden önce iyi düşünün...
Çünkü yaparsınız. Hem de bundan bir suçluluk bile duymadan yaparsınız...
Milgram deneylerini duydunuz mu bilmiyorum. Duymadıysanız az sonra okuyacaklarınız ilginizi çekebilir. Benim deneylerle tanışmam uzun süre önce oldu ve yazılarımda bazı alıntılar da yaptım, ama şimdi biraz daha derinlemesine bakıp yönetim bilimi açısından ne ifade ettiğini irdelemek istiyorum.
"Milgram deneyi, insanların erk (otorite) sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Deneyi gerçekleştiren Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram, bu araştırmasını ilk olarak 1963'te Anormal ve Sosyal Psikoloji Dergisi (İng.: Journal of Abnormal and Social Psychology ) dergisindeki makalesiyle tanıtmış ve bulgularını 1974'te yayımladığı Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış (İng.: Obedience to Authority; An Experimental View) isimli kitabında daha derinlemesine incelemiştir." https://tr.wikipedia.org/wiki/Milgram_deneyi
Deneyin ilham kaynağı ve çıkış noktası 1961 yılında yakalanarak Kudüste yargılanmaya başlayan ünlü Nazi subayı Adolf Eichmann'ın davasıdır. Eichmann Yahudi toplama kamplarındaki akıl almaz işkenceleri nedeni ile yargılanıyor ve dava büyük bir merak ile takip ediliyordu.
Davadan 3 ay sonra Milgram Yale üniversitesinde bir deney tasarladı ve gazetelere ilan vererek gönüllü katılımcılar topladı. Katılımcıların özellikle sıradan işlerde çalışan sıradan insanlar olmasına dikkat ediyordu. Deneyin kurgusu şöyleydi:
Deney bir öğretmen, bir öğrenci ve bir otoriteden (deney yöneticisinden) oluşuyordu. Sadece öğretmen denekti ama o bunu bilmiyordu. Deney yöneticisi kura ile birinin öğretmen birinin de öğrenci rolü alacağını söylüyordu ama kura hileli idi ve deney gönüllüsü öğretmen koltuğuna oturuyor, öğrenci tarafına ise deney ekibinden birisi geçiriliyordu.
Deney yöneticisi öğretmene kuralları açıklıyordu. Öğretmen öğrenciye sorular soracak ve bilemediği her soru için ona elektrik şoku verecekti. Şokun nasıl olduğunu anlaması için önce öğretmene ekipman bağlanıyor ve 40 voltluk düşük bir akım veriliyordu. Daha sonra öğretmen ekipmanın öğrenciye bağlanmasına bizzat nezaret ederek deneyi başlatıyordu. Öğretmene verilen talimat 15 volt ile başlaması ve her yanlış cevap için 15 volt daha arttırması yönündeydi. Öğretmenin önünde ise üzerinde voltaj aralıkları ve açıklamalar olan bir panel bulunuyordu.
Aralıklar hafif şok, orta şok, güçlü şok, çok güçlü şok, yoğun şok, aşırı yoğun şok, tehlikeli seviye şeklinde yukarıdaki resimde görüldüğü gibi gruplanmış, 420 voltun üstü için ise "XXX" yazılmıştı. Milgram deneyden önce üniversitede bir anket yapmış ve sonuç beklentilerini de toplamıştı. Anket, üniversite öğretim üyelerinin, özellikle psikoloji bölümü akademisyenlerinin deneklerin ancak %1'inin tehlikeli seviyeye çıkacağını, diğerlerinin dayanamayarak bırakacakları tahminini gösteriyordu. Milgram'ın kendisi de en fazla 150 volta çıkabileceklerini düşünüyordu.
Aslında öğrenci rolündeki deney ekibi üyesine hiçbir elektrik verilmiyordu ama çıkaracağı sesler önceden kaydedilmişti. Voltaj arttıkça daha yüksek çığlıklar atıyor, bir noktadan sonra masayı yumrukluyor, daha da artınca sesi kesiliyor ve kalbinin sıkıştığını söylüyordu.
"Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ediyordu. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. Bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. Birkaç denek, öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda bulunuyordu.
Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:
- Lütfen devam edin.
- Deney için devam etmeniz gerekiyor.
- Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.
- Başka seçeneğiniz yok, devam etmek "zorundasınız".
Sonuçlar hayret vericiydi. 40 deneğin hiçbiri 300 volt gibi inanılmaz acı verici bir seviyenin altında durmadı ve %65'i 450 volta kadar çıktı. Sıradan bir insan, karşıdakinin acı dolu çığlıklarını, kalp sıkışıklığını, yumruklamalarını duysa da durmuyor, görevi olduğunu düşündüğü ve sonuçlarından bizzat sorumlu olmadığını hissettiği için devam ediyordu. Deneklerin hepsi acı ifadeleri karşısında beden ve yüz hareketleri ile rahatsız olduklarını gösterseler de otoriteye karşı çıkıp durmuyorlardı.
Milgram deney sonuçlarını sonradan bir kitapta topladı. Deneklerin bir kötülük yaptıklarını düşünmediklerini, bir zulmün parçası olmalarına rağmen görevlerini yaptıklarını düşündüklerini söylüyordu.
Yani sıradan insan, emir ile ve görevi gerektirdiği için yaptığını düşünüyorsa kolaylıkla bir zulmün parçası olabiliyor. Aldığı emir ahlak ve etik kurallarının dışına çıksa bile çoğu insan bu emre karşı gelemiyor. Milgram burada bir kritik eşik olduğunun ve bu eşiği geçen her insanın her türlü kötülüğü yapmaya hazır hale geldiğinin altını çiziyor.
Buraya kadar çok kabaca özetlediğim deney, toplumsal olaylarda hiçbir ahlaki kural gözetmeden göstericilere zulmeden güvenlik güçlerinin psikolojisini biraz aydınlatabilir sanırım.
Eichmann'ın yargı süresince kendisini izleyen uzmanlar onun da özel bir psikopatlık vb. gibi psikolojik hastalığı olmadığı, hatta ailesine düşkün sosyal bir insan olduğu sonucuna varmışlar. Eichmann ve temsil ettiği insan davranışı ile ilgili en güzel tespit o dönemde davayı izleyen gazetecilerden biri olan Hannah Arendt'ten gelmiş:
"Arendt, netice olarak, Nazi subayının başkalarına zulmetmekten zevk alan bir sosyopat veya fanatik olmadığını, ancak, muhakeme yerine klişelere dayalı bir düşünme biçimine sahip, yüksek seviyede bir ahmak olduğunu söylüyordu."
Buradan harika bir ders çıkarmak mümkün. Muhakeme yerine klişelerle düşünme biçimine sahip insanlar böyle bir zulmün veya benzeri başka kötülüklerin aleti olmaya çok yakınlar. Bu insanların yaptıkları işlerden vicdani bir yükümlülük duymadıkları ve doğru şeyi yaptıklarına inandıklarını da unutmamak gerek. Eichmann'ı böyle büyük işkenceler yapmaya sevk eden şey otoriteye karşı çıkmaması gerektiği klişesi ile kişisel kazanç (terfi/ makam) beklentisi dürtüsüydü.
Bu anlatılanlardan günümüz Türkiyesi ile ilgili sonuçlar çıkarma kısmını size bırakıyorum, çünkü deneyle ilgili konuşulacaklar daha bitmedi.
Deney geniş yankı uyandırdı ve çok tartışıldı. Birçok farklı versiyonu da denendi ve bazı ana etmenler belirlendi. Örneğin; eğer denek acı çekenden daha uzak bir mesafeye konuyorsa daha kolay işkence yapıyor çünkü daha az etkileşime giriyordu. Bir başka versiyonda deney başladıktan sonra otorite odadan ayrıldı ve bu durumda itaat oranı %65'ten %45'e düştü. Ayrıca denekler her seferinde 15 volt arttırmak yerine daha küçük miktarlarda artış yaptılar. Bu varyasyonların her birinden de yönetim bilimleri için çıkarımlar yapmak mümkün. Ama bana asıl ilginç gelen 3. bir deneme daha var.
Bu sefer bir yerine 2 otorite odaya konuyor ve acı seviyesinden sonraki her arttırımda otoriteler kendi arasında, deneğin de duyabileceği şekilde, devam edip etmemeyi tartışıyor. Bu deneyde hiçbir katılımcı devam etmiyor. Tamamı testi bırakıyor.
Bunun dışındaki farklı varyasyonların hepsi itaat oranını vs. değiştirse de bana en çok bu versiyonun sonucu dikkat çekici geliyor.
Eğer denek, üzerindeki otoritede bir çatlak olduğunu, fikir ayrılığı olduğunu, kararlılık eksikliği olduğunu görüyorsa otorite hemen etkinliğini kaybediyor. Otorite etkinliğini kaybettiği anda da hala devam etmek artık kişinin kendi seçimi haline geliyor ve deneklerin tümü deneyi bırakıyor.
Yönetim bilimi açısından muhteşem bir tespit. Sürekli yöneticilere, tartışmalarınızı mümkünse özel ortamlarda, çalışanlardan uzak yapın dememin sebebi işte buydu. Deneyi daha önce okumuş olsam da bu versiyonu ile yeni tanıştım.
Yönetimde kararlılık ve devamlılık...
İşte doğru şekilde insanlara liderlik etmek ve istediğiniz sonuçları almak için iki sihirli sözcük. Biz elbette çalışanlarımızı şeytani emellerimize alet edip işkence yaptırmaktan bahsetmiyoruz. Ama bu deneyle bilimsel olarak da ispatlanıyor ki devlet içinde devlet, bir ipte iki cambaz olmuyor. Üst kademedeki açık fikir ayrılıkları ya da çatlaklar hemen alt kademeye sirayet ediyor ve davranışlarını doğrudan etkiliyor. Otoritenin çakışması, yani belirli bir alanda birden çok kişinin yönetici olması ya da yöneticilerin birbiriyle çelişen ifadeler, kararlar vermesinin çok yıkıcı etkileri olacağı açık.
İlla 2 yöneticinin çatışması gerekmiyor. Eğer siz de sözlerinizle ya da beden dilinizle kararsızlık ve tereddüt mesajları iletiyorsanız insanlar üzerinde bir otorite kurma şansınız yok. Elbette yönetici de insan ve hepimiz birçok kez kararsız kalıyor ya da zorlanıyoruz ancak görünen o ki, özellikle böyle bir otoritenin yokluğunda hemen gevşeyen ve verim vermeyen düşük seviye kurum kültürlerinde bunu pek belli etmemek ve yanlış bile olsa kararlı ve devamlı dik durmak çok önemli.
Bu tip deneylerin ve psikoloji - sosyoloji bilimlerinin bize anlatacağı çok şey var.
Ben bir insanın mutlaka 3 kitabı da okuması gerektiğini düşünüyorum. Eğer kafayı bu 3 kitabın sadece bir, ikisine takarsanız ilerleme olmuyor.
Birinci kitap insan kitabı: Kişinin önce kendisini bilip anlamaya, sonra insanı, duygularını, davranışlarını çözmeye çalışması demek bu kitabı olumak. Sanat, edebiyat, psikoloji, sosyoloji, felsefe, tarih hep bu kitabın içindekiler kısmında yazıyor.
İkinci kitap evren kitabı : İnsanın içine doğduğu dünyayı, doğayı ve evreni anlama çabası bu. Fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi vs. de bu kitabın alt başlıkları
Üçüncü kitap Kur'an-ı Kerim : Bu da ilk iki kitabı doğru okuma ve yorumlamanın anahtarı ama her anahtar gibi tek başına çok anlamlı olmuyor.
Ben nacizane, Tanrı'nın oku emrini bu üç kitap için verdiğini düşünüyorum. Bu üç kitabın ikisini unutarak sadece birini kabul edenler ve onu da okumayanlarla da, 3. kitabı yok sayıp sadece bilim var zannedenlerle de uzun vadede yıkım ve hüsrandan başka sonuç alınamayacağını düşünüyorum.
Bu yazıda birlikte 1. kitaptan küçük bir paragraf okumuş olduk. Sizde daha fazlasını okumak isteği uyandırması dileklerimle...
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hannah_Arendt
http://amerikabulteni.com/2014/12/18/siradan-insan-otoritenin-emrinde-iskenceci-bir-zalime-nasil-donusuyor/
http://my-moral-compass.com/milgram/
0 yorum:
Yorum Gönder