Çok şükür dünyamız akıllandı!
Yeni moda herşeyin akıllısını çıkarmak;
Akıllı telefon, akıllı televizton zaten vardı. İnşaat sektörü akıllı evler, mobilya sektörü de akıllı mobilyalar yapmaya başladı. Bilgisayarlarımız zaten fevkalade akıllı olduklarından bu sıfatı almaya bile gerek görmediler.
Peki insanoğlu bununla sınırlı kaldı mı?
Tabi ki hayır!
İşte internette gezinirken bulduğum yeni akıllı aletler:
Ey insanlık, biz nereye doğru gidiyoruz?
![]() |
Resim :http://technotuesday.com |
Bilgi çağı.
Herşeyin çok kolay ulaşıldığı ve çok hızlı tüketildiği, teknolojinin altın dönemi. Cep telefonu, sosyal medya, tüpsüz televizyonlar, bilgisayarlar ve oyun konsolları diğer binlerce yandaşlarıyla birlikte hepimizin hayatını kapladı çoktan. Bu durumun ne kadar iyi ve harika olduğu, teknolojinin ne kadar hızlı ve büyüleyici şekilde geliştiği ile ilgili birçok şey yazabiliriz. Ama madalyonun bir de arka yüzü var!
Ey insanlık, biz nereye doğru gidiyoruz?
Yapılan araştırmalar ve elde edilen sayılar iç karartıcı. 2000 yılından itibaren hem Amerika'da hem de İngiltere'de maaşlar ve üretim birbirinden ayrılmış. Ekonomi büyümeye devam etmiş ancak orta gelir seviyesi bundan hiç nasibini alamamış. Aynı dönemde sadece İngiltere'de 360.000 tek kişilik girişimci iş kurulmuş. İşin bir de teknoloji devleri kısmı var. Google, Samsung, Apple gibi firmalar inanılmaz büyüklükteki sermayeyi yönetiyor artık. Ancak örneğin Apple'ın piyasa değeri Ford markasının çok üzerinde; buna rağmen Apple dünya çapında son kullanıcı dükkanları da dahil 80.000 kişi çalıştırırken Ford 700.000 kişiye iş sağlıyor. Dünyanın en değerli markası olan Apple sadece 80.000 seçkin insana gelir sağlıyor kısacası. Teknoloji devleri baş döndürücü bir hızla büyümelerine rağmen, ancak onlarla çalışabilecek nitelikte olan çok az sayıda insana isdihdam sağlıyor ve diğer işler için gerekli iş gücünü bedava temin ediyorlar. Ücretsiz yarattıkları yazılımlar hem birçok test ve geliştirme işinin hem de kullanıcılar hakkında çok değerli olan verilerin kendilerine bedava ve gönüllü olarak akmasını sağlıyor.
Teknolojinin baş döndürücü hızından birkaç örnek sıralayalım:
Etiketler:
Gelecek iş tahminleri
,
Hayat Notları
,
Teknolojik gelişim ve yan etkileri
,
Üretim
,
Yöneticilik
7 saniye kuralı
Günlük sohbetimiz esnasında insan kaynakları pınarının başında bulunan güzel dostum Burcu hanımın anlattığı bir anekdot çok hoşuma gitti ve paylaşmak istedim. Kendisi de bunu eski işyerlerininden birinde müdüründen dinlemiş;
"Düşünün ki bir çita büyük bir hızla bir ceylanın arkasında koşmaya başlıyor. Yaratılışı gereği ceylandan daha hızlı olsa da kovalamacanın 7. saniyesinde çita birden bire duruyor. Çita koşmaya devam etse belki bir 30-40 saniye sonra kesin yakalayacak ama devam etmiyor.
Neden?
Çünkü 7. saniyeden sonra çitanın ceylanı yakalamak için harcayacağı enerji onun tamamını yemesinden elde edeceğini geçiyor. Koşmak anlamsız hale geliyor bir nevi. Ani deparla artan vücut ısısı çitanın daha fazla koşmaya çalışırsa çok fazla enerji harcamasını gerektirecek şekilde yapılmış.
İşte bu 7 saniyeyi iyi bilmek gerekiyor."
Bazen işlerin olması için çok ısrar ediyoruz, ya da bazı müşterilerle çalışmak için çok fazla ödün veriyoruz. Ancak çitanın bünyesinde Allah yapısı olarak tasarlanan sistemi bizim de kafamıza yerleştirmemiz gerekiyor. 7 saniye kuralını sürekli gözetmek bence çok önemli. Blackberry'nin hikayesi, Nokia devinin satılışı hep bu 7 saniyenin kaçırılması ile ilgili. 7 saniyede yakalayamadıysanız durun, ısrar etmeyin. Başka bir hedefin peşinden koşmak için hazırlanın. Stratejik yönetim literatüründe az kar eden, ya da düşük fayda sağlayan iş kollarından çıkmak ya da trendleri takip edip belli teknolojilerde ısrarcı olmamakla ilgili onlarca kitap ve makale bulabilirsiniz. Aslında kural basittir; bir işi yapmanız için gerekli olan enerji o işten elde edeceğinizden fazlaysa durmanız gerekir. 7. saniyede durmak gerekir ama, asıl hüner o 7. saniyenin geldiğini görmektir.
Sistemi yalın tutmak!
Aylardır, öğrenilmiş ve ezberlenmiş bilgileri bir kenara bırakıp kendi ihtiyaç ve özelliklerimize göre bir üretim sistemi planlamak ve uygulamaya sokmak üzerine çalışıyor, yazıyor, çiziyorum. Bu konudaki bilginin başka bir çok konuda olduğu gibi 2 temel yaklaşımı var.
İlki, sistemin tamamını düşündüğünüz, kilit sistem organlarını ve bunların birbiri ile ilişkilerini tasarladığınız bütünsel yaklaşım. Bir nevi sistemin iskeleti. Bunlar tasarlanırken veriler anlamlı olsun, değer akışına göre neyin neyi etkilediği netleşsin diye uğraşıyorum. İşlevsel bir üretim veri sistemi olsun, takibi görsel ve kolay, verilerin hizmet ettiği alanlar açık olsun da istiyorum.
Yazması kolay ama tasarlaması ve işler hale konması o kadar kolay değil. Çünkü tanrısal bir doğrulukla iskeleti oluştursanız bile işin ikinci kısmı yani veri akışını, arşivlemeyi, analizi sağlayacak detay tasarımı oldukça karmaşık. Öncelikle sistem yalın olsun, sade olsun ve bürakrasiden uzak bir yapı sergilesin istiyoruz ancak aynı zamanda her şeyin kayıt altına alınması ve insan kaynaklı hataların engellenmesi için bazı çapraz sorgu ve onay proseslerinin tanımlanması gerekli.
Üretim başka yere benzemez!!!
Çok sevdiğim insan rahmetli Peter Drucker bir yazısında* sanayi tarihinden bahsediyor ve Taylor'la başlayan standartlaştırma çalışmalarına değiniyordu. Taylor teorilerinden sonra çok eleştiri aldı. Özellikle de o dönemler çok güçlü olan sendika temsilcilerinden. Çünkü o zamanlar özellikle üretim alanında bir iş; ancak ustadan çırağa aktarılabilen, kendi içerisinde gizli ve mistik püf noktaları olan ve ancak ustanın yapabileceği bir şeydi. Taylor ise işlerin standart parçalara ayrılabileceğini, herkesçe yapılabilir kılınabileceğini söylüyordu. İşçiler için ellerindeki en önemli kozun alınması karşısında sessiz kalmak mümkün olamazdı. O yüzden o zamanki tepkiler ve eleştirilerin gayet doğal olduğunu belirtiyor Drucker.
Aradan uzun zaman geçti ve özellikle seri üretimde ustalık payı artık eser miktarda kaldı. En büyük üreticiler rahatlıkla üretimlerini Amerika'dan Çin'e taşıdılar. Oradaki işçileri eğiterek, standartlar üzerinde çalışarak önemli verimlilik aşamaları kaydedildi. Biz de hala hem o eski standartlaşma öğretilerini dinlemeye hem de, eser miktarda da kalsa, o eski usta - çırak ruhunun ve işçilerin ustalık ve özgünlük iddia çabasının gölgelerini hissetmeye devam ediyoruz.
Aradan uzun zaman geçti ve özellikle seri üretimde ustalık payı artık eser miktarda kaldı. En büyük üreticiler rahatlıkla üretimlerini Amerika'dan Çin'e taşıdılar. Oradaki işçileri eğiterek, standartlar üzerinde çalışarak önemli verimlilik aşamaları kaydedildi. Biz de hala hem o eski standartlaşma öğretilerini dinlemeye hem de, eser miktarda da kalsa, o eski usta - çırak ruhunun ve işçilerin ustalık ve özgünlük iddia çabasının gölgelerini hissetmeye devam ediyoruz.
Veri veri good!!!
![]() |
http://www.csmonitor.com/Innovation/2010/0409/Climate-change-as-art Heykeltraş Nathalie Miebach kasırgalardan okyanus dibi robotlarına kadar bir çok ham verinin heykelini yaparak bu konuya ayrı bir yorum getirmiş. |
Brad Pitt'in oynadığı "Moneyball" filmini izlediniz mi bilmiyorum, ancak izlediyseniz yeni nesil bir koçun takım seçme ve antrenmanları için istatistikten yararlanmaya kalkmasını, bunun geleneksel yöneticilerce nasıl garip karşılandığını, ona hiç başarı şansı tanınmadığını hatırlayacaksınız. Film bildiği yolda inatla direnen, alışılagelmişten, geleneksel yaklaşımından farklı bir yol izleyen ve bunun sonucunda belli bir başarıya ulaşan bir adamın hikayesi. Tam olarak mutlu sonla bitmiyor ama mücadele izlemeye değer.
X ve Y kuşaklarının tam ortasında duran bir adam olarak bazen ben de benzer duygular taşıyorum. Üretim içine girdiğinizde artık kemikleşmiş bazı uygulamalarla karşılaşıyorsunuz. KPI (Key proses Indicator) dediğimiz anahtar performans göstergeleri belli ve her aylık toplantıda bunların olduğu grafikleri uzaktan seyredip duruyoruz. Ancak hem verinin anlamı hem de tam olarak neye hizmet ettiği bence net değil. Topladığımız verinin anlamlı olması ve bizi bir sonuca götürmesi gerekli. Daha öncekiler yapıyor diye yaptığımız herşey bize zaman kaybettirmekten ve geride bırakmaktan başka işe yaramıyor.
Hatasız kul olmaz!
Orhan Gencebay'ın harika şarkısının nakaratı bu cümle; "Hatasız kul olmaz"!. Gerçekten de insan faktöründen hatayı %100 gidermek mümkün değil. Her proses kendi içerisinde belli bir hata ihtimali taşıyarak devam ediyor ve biz üretimcilerin asli görevlerinden birisi bu ihtimali mümkün olduğu kadar aşağıya çekmek.
Bu konu üretimcilerin gündeminde 1940 lı yıllardan beri var ve onlarca sistem değişik isimlerle piyasaya sürülmüş. Bunların içerisinde hata oranları ile en direk temas edeni sanıyorum 6 Sigma sistemidir. Ama tüm diğer sistemler de o veya bu şekilde bu noktaya odaklanır. Çünkü hata demek öncelikle işletme için maliyet demektir.
Ancak hatanın sadece maliyetden daha ağır faturaları da olabilir. İş kazaları her yıl yüzlerce kişinin yaralanmasına ve ölümüne sebep olmaya devam ediyor. Yeni yönetmelikler ve önlemler uygulandığı yerlerde iyileştirme sağlıyor ancak uygulanmasını sağlamak ve denetlemek hala ciddi bir problem. Ayrıca Türk insanımızın yaygın "bana birşey olmaz" anlayışı ve bu konudaki duyarsızlığı da problemin bir başka ayağını oluşturuyor.
Peki kabul edilebilir hata oranı nedir? Örneğin bir işletme %99,9 hatasızlıkla çalışıyorsa bu size göre iyi midir?
Bu konu üretimcilerin gündeminde 1940 lı yıllardan beri var ve onlarca sistem değişik isimlerle piyasaya sürülmüş. Bunların içerisinde hata oranları ile en direk temas edeni sanıyorum 6 Sigma sistemidir. Ama tüm diğer sistemler de o veya bu şekilde bu noktaya odaklanır. Çünkü hata demek öncelikle işletme için maliyet demektir.
Ancak hatanın sadece maliyetden daha ağır faturaları da olabilir. İş kazaları her yıl yüzlerce kişinin yaralanmasına ve ölümüne sebep olmaya devam ediyor. Yeni yönetmelikler ve önlemler uygulandığı yerlerde iyileştirme sağlıyor ancak uygulanmasını sağlamak ve denetlemek hala ciddi bir problem. Ayrıca Türk insanımızın yaygın "bana birşey olmaz" anlayışı ve bu konudaki duyarsızlığı da problemin bir başka ayağını oluşturuyor.
Peki kabul edilebilir hata oranı nedir? Örneğin bir işletme %99,9 hatasızlıkla çalışıyorsa bu size göre iyi midir?
Yelkenlim artık daha güçlü!!!
Hayat yolculuğunda insana güç veren, yaşama nedeni sunan ve hayata umutla bakmasını sağlayan bazı sevgiler vardır. Bunları ben teknemin yelkenleri sayıyorum. Onlar olmadan ilerleyemez insan, tatsız ve anlamsız olur yolculuk.
19.08.2013 tarihinde 1,5 yaşındaki oğlum Poyrazdan sonra Rüzgar bebek de aramıza katıldı. Küçük ve hızla büyüyen bir yelkeni daha oldu teknemin. Hayatımdaki tüm diğer aşkların arasına eklendi.
Poyraz rüzgarı sert olur, serin olur; yazın eserse ferahlık kışın eserse sıkıntı verir. Oğullarım da dostlarına yaz Poyrazı, düşmanlarına kış Poyrazı olurlar inşallah.
Yazılara verdiğim büyük ara bu yüzden. Şimdilik pek nefes aldırmıyorlar babalarına yazı yazmak için... Ama bir yazının taslağı bitmek üzere. Kaldığımız yerden devam edeceğiz hayatı ve yönetimi anlamlandırmaya...
Poyraz rüzgarı ile seyre devam... Vira bismillah!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)