Gerçek suretin altındadır!



Kurum kültürü ile ilgili bir yazı yazmak var kafamda uzun süredir. Kurum kültürü ile ilgili bu sayfalarda çok şey yazdım, çok konuştum. Ama hala bir fırsatını bulup yüksek lisans bitirme projem olan "Örgütsel vatandaşlık" kavramı ile ilgili bir yazı hazırlayamadım.

Aslına bakarsanız yeni işim zihinsel enerjimi öyle alıyor ki, uzun süredir bırakın o yazıyı hiçbirşey yazamıyorum. Bir kez daha anladım ki bu blog ya da buna benzer ilave projeleri yürütmek için insana bir miktar zihinsel enerji kalması gerekiyormuş. Şu an işim kolay. Kendime ait ve pek kimsenin okumadığı bir blog burası. Canım isterse yazıyor istemezse aylarca dokunmuyorum. Bir beklenti yok. Okuyuculardan gelen ya da para kazanma mecburiyetinden kaynaklı bir baskı da yok.

Hal böyle olunca ben, kafam yazmaya hazır olana ya da gerçekten yazmaya değer birşey bulana dek bekleyebiliyorum. Bunun ayırdına varınca, bu işi para kazanmak için yapsaydım ve her hafta bir makale yazmak zorunda olsaydım işin ne kadar zor olacağını da düşünmeden edemiyorum. İş dünyası, yönetim vb. konularda okuyuculara içerik sağlayan onlarca sitenin neden o kadar populist ve içi boş yazılarla dolu olduğu da daha net anlaşılıyor benim için. Kolay değil çünkü sürekli sizi etkileyecek ve "vay bee" dedirtecek bir sırrı ifşa etmek.

Hala işe yarar mısınız?


Kaynak :http://betterbusinesslearning.com/change-video/

Çeken bilir, kabızlık çok zor bir hastalıktır. İnsanın hayat kalitesini ciddi şekilde düşürür ve çok yüksek dozda ağrı ve sıkıntıya yol açabilir. Aynı şekilde idrar zorluğu da fenadır. Ter bezlerinizde problem varsa da ya en kötüsü lenf sisteminiz çalışmıyorsa hayati tehlike altındasınız demektir.

Tüm metabolizmalar hayatta kalmak için kaynak tüketir. Bu tüketimden belli bir miktar yaşam enerjisi ve belli bir miktar artık elde eder. Tüketecek kaynağı (örneğin avı) bulmak, yakalamak, öğütmek için gerekli donanım ne kadar önemliyse işinize yaramayan kısmını sistemden atabilmek de o kadar önemlidir. Özel bir sıkıntı yaşamadıkça pek farketmeseniz de, boşaltım sisteminizin problemsiz çalışıyor olması büyük bir lütuftur. Ben bunu en çok rahmetli dedem hayatının son zamanlarında bağırsak kanseri ile mücadele ederken hissetmiştim.

İş yeriniz kötü bi yer mi? Ne kadar güzel...



Kalemin gücüne hayret etmemek elde değil. Bilgelerin asıl fethin kalemle yapılacağını, kılıçla tüfekle yapılan fethin kısa süreceğini söylemelerinin aslını bazen daha da iyi anlıyorum.

Mevlana Mesneviyi 1259 yılında yazmaya başlamış ve 1273 yılında tamamlamış. Ben bu gece okuduğumda hala bana "anlam" öğretiyor ve yolumu aydınlatabiliyorsa, kalemin tam 741 yıl sonra bile hala etkili olduğunu söyleyebiliriz. 741 yıl sonra birisi okuduğunda feyz alabileceği ve bir şeyler "anlayabileceği" herhangi birşey yazabilmeyi çok isterdim.

6. cildin ortalarında Mevlana, gerçek varlığın yoklukta olduğunu anlatıyor. Bu mevzu düşündükçe büyüyen, daldıkça derinleşen bir derya olduğundan burada bahsetmeyeceğim. Ancak anlatımın bir noktası bana bu yazıyı yazmamda ilham sağladı.

İş yeri ergenleri

Kaynak : [2]
Çocuk büyütmüş olan herkes ergenlik çağının ne demek olduğunu çok iyi bilir sanırım. Problemli, isyankar, bunalımlı yaşlardır o yaşlar. Hepimiz bir şekilde geçtik içinden ve hepimiz birçok sıkıntı yaşadık o geçiş döneminde. Çocuklarımı izlerken onların ergenlik çağları geldiğinde neler yaşayabileceğimi düşündüm bir süre, sonra da bağlantılı başka fikirler belirdi aklımda.

Hadi konuya bir girişgah olsun diye, hemen herkesin sırasıyla geçtiği büyüme ve olgunlaşma aşamalarına bir göz atalım:


  • Bebeklik çağı doğal olarak bakıma muhtaç olduğumuz ve hayatımız üzerinde pek de etki sahibi olamadığımız ilk dönemi ifade eder. Buna ön hazırlık dönemi diyebiliriz. Bizi hayatta tutacak temel büyümeyi tamamen dış yardımla alırız.
  • Hemen sonrasında ilk çocukluk ve çocukluk dönemleri geliyor. Hayatta yeniyiz ve öğrenmeye açız. Sınırsız bir merak içgüdümüz var ve çevremizdeki yetişkinler herşeyin cevabını biliyor gibi görünüyorlar.
  • Çocukluk döneminin ardından hayatla ilgili kendi fikirleri oluşmaya başlayan genç, bu kez herşeyi sorgulamaya, ailesinin hiçbirşeyden anlamadığını düşünmeye ve herşeyin doğrusunu bildiği hissine kapılıyor. Genel olarak ergenlik olarak adlandırılan bu dönem, gençlerin en sorunlu ve uyumsuz oldukları dönemi oluşturuyor.
  • Sonrasında önce yetişkinlik, sonra olgunluk ve sonra da yaşlılık dönemi geliyor ve her dönem bir öncekine göre kişinin daha bilgili, daha sakin, daha kafası net ve anlayışlı olması bekleniyor.
Elbette hiçbirimizin hayatı bu kadar keskin ve net fazlardan oluşmuyor ancak çok genel hatlarıyla sağlıklı bir geçişin yukarıdaki gibi olacağını kabul edebiliriz.

Aşağıdaki meşhur anekdot benden çok daha iyi özetliyor söylemek istediklerimi:

Zor insanlar, zor kararlar


Yönetim işi kaçınılmaz olarak insan faktörü ile uğraşır. Ne kadar otomatikleştirseniz de, az veya çok, işlerin yürümesi için insanlarla birlikte çalışmaya ve bundan kaynaklı problemlerle uğraşmaya mecbursunuz. Bir yönetici için iletişim becerilerini optimum şekilde kullanmak ve çatışma çözme tekniklerini uygulamak, özellikle sorumlu olduğu insan sayısı yüksekse, çok önemli bir yetkinliktir ama, belli tip insanlar, ne kadar yetkin olursanız olun yine de sizin için hayatı kabusa çevirebilirler.

İnternette küçük bir araştırma "Zor insanlarla başa çıkmanın yolları" ana temasında onlarca makale ve tavsiyeyi önünüze serecektir. Bununla ilgili eğitim programları bile var. Çoğunu okumuş biri olarak söyleyebilirim ki, iş tüm gerçekleri ile karşınıza çıktığında okuduklarınızın pek bir faydası olmadığını görüyorsunuz. Çünkü; öncelikle, bu tip sosyal yetkinlikler okumayla kazanılamaz ve orada yapılan maddeler halindeki tavsiyeler birçok durumda ve birçok insana karşı pek etkili olmayacaktır.

Yine de ilgilenenler ve ileride ilgilenmek zorunda kalacaklar için kişisel deneyimle harmanlanmış araştırma özeti faydalı olabilir.

Çalışanlar neden işi bırakırlar?


Bu soru insan kaynaklarının kendisine sıklıkla sorduğu ve yine sıklıkla kendi kendine yalan söylediği bir konuya işaret ediyor; çalışanlar memnun mu?

Ne yazık ki şahit olduğum bir çok insan kaynakları yönetimi gerçekten olanla, olmasını istedikleri temenni durumları birbirine karıştırır. Yani, bilerek mi yoksa gerçekten öyle hissettikleri için mi bilmiyorum, genelde gerçeklikten uzaktırlar. Onlara göre; insan kaynakları politikaları çok iyidir, tüm çalışanlar yeterince bilgilendirilmiştir, eğitim programları tam hedefe yöneliktir ve IK konularında yıl içerisinde çok önemli çalışmalar yapmışlar, önemli ilerlemeler göstermişlerdir.

Peki ya gerçek?

Bu noktada kişisel deneyimlerimi bir kenara bırakıp araştırmalar ne diyor ona bakalım. Bu yazıyı yazmama ilham kaynağı olan, Linkedln tarafından yapılan çok yeni bir araştırma.  Araştırmanın tam ismi "Why more employees are considering leaving their companies", yani; "Neden giderek daha çok çalışan şirketlerini bırakmayı düşünüyor?" (Orjinaline yazının altındaki linkten ulaşabilirsiniz)
Araştırmanın giriş yazısında dünya genelindeki çalışanların %85'inin işlerini değiştirmek istediğini ya da olası fırsatlar için "Head Hunter" dediğimiz işe alım aracılarının tekliflerine açık oldukları belirtiliyor. Eğer bu araştırmanın örneklemini yeterli kabul ederseniz ve içerisine Türkiye'yi almasalar da, benzer durumu için ülkemize de genelleme yapmamız şartını onaylarsanız araştırmanın sonuçlarını kabul edebilir ve üzerinde tartışabiliriz.

Milliyetçilik II



Yeniden merhaba;

Hayat devam ediyor yazımda belirttiğim olaylardan dolayı kendime verdiğim yeniden toparlanma süreci artık yeter. Tekrar okumaya, sorgulamaya ve paylaşmaya başlamak gerek. Bir şeyler üretmedikçe sıkıntım azalmıyor artıyor çünkü.

Yarım kalan iki yazıdan önceliği milliyetçilik yazısına verdim. Bu devam yazısından önce ilk yazıyı okumanızı öneririm:

Bir önceki yazıda Atatürk'ten şu sözü yazmış ve bunu işletmelere bağlamıştık:

"Harp muharebe, hele meydan muharebesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir, ulusların çarpışmasıdır. Ulusların bütün varlıkları ile, bilim ve teknik alandaki seviyeleri ile, başarıları ile, ahlakları ile, kültürleri ile, faziletleri ile, kısaca göz ile görülür bütün güçleri ve varlıkları ile, her türlü araçları ve olanakları ile çarpıştığı bir sınav alanıdır."

İşletmenizin birçok açıdan rakipleriyle rekabet halinde olduğunu ve bu rekabetin giderek daha da acımasız bir hal aldığını temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp söylerler. İşletmecilerde bu rekabetten sıyrılabilecekleri ve farklılaşıp daha fazla kazanabileceklerini söyleyen her öğretiye, sisteme ya da hazır maddelik reçetelere dört elle sarılma eğilimindedir. "Başarılı olmanın 5 kuralı", "Stratejik rekabetin 10 ilkesi" gibi hazır reçetelerde çare aramak genellikle yararsızdır. Bizim işin aslına inmemiz ve "başarılı" gördüğümüz şirketlerin ne yapmakta olduğunu görmemiz gerekir.

Hayat Devam Ediyor!


Çok güzel söylemiş Robert Frost. Hayat devam ediyor. Ne yaşarsak yaşayalım, neyin içinden geçersek geçelim devam ediyor. Ederken de bende değişik tatlar, acılar ve deneyimler bırakıyor.

Aslında tamamlanmayı bekleyen iki yazım var. Ama "insan plan yaparken Tanrı gülümsermiş" derler ya, bir anda altüst oldu herşey ve gündemim değişiverdi. Detaylarını ilerleyen zamanda "mutlaka" yazacağım; çünkü bu bloğun konularına çok uyan, ard arda yapılmış bir çok gariplik neticesinde, hiç beklemediğim bir zamanda ve şekilde işten ayrılmış bulunuyorum. Ancak yazının mantıklı olması, bütünü değerlendirmesi ve doğru şekilde çıkarım yapması gerek. Şu an yazarsam duygusal olur. Onu başka zamana bırakalım.

Madem yönetimin yanında hayat ve felsefe de var bu bloğun içinde, ben size biraz bu sıkıntılı duruma nasıl direnmeye çalıştığımdan bahsedeyim. Belki birileri okur da faydası olur. Kimse okumasa da benim için tarihe bir not kalır, ilerde geriye bakıp kendim okurum:

Milliyetçilik


Son zamanlarda korkutucu bir kavram olmaya başladı milliyetçilik. Hatta her kendini bilmezin saldırdığı ve üzerinde ahkam kestiği kavramlardan biri oldu. Atatürk düşmanlığı göstermenin laiklikten sonra en popüler yolu milliyetçilik üzerinden söylem yapmak artık.

O kadar çarpıtıldı ve içi boşaltıldı ki, yeniden tanımlanmaya ve anlaşılmaya ihtiyaç duyar hale getirdiler milliyetçiliği. Bu konuda kimin ne saçmaladığını ve Atatürk düşünce sistemine saldırmak için kaç dereden su getirildiğini buraya taşıyacak ya da cevap vermeye kalkacak değilim. Zaten bunları yazanların çoğu bilimsel bir tartışma açmak ve irdelemek niyetiyle konuşmadıklarından verilecek herhangi bir cevabı duyacak ya da anlayacak durumda da değiller.

Bu blog genel yapısıyla iş, yönetim, örgüt yapılarını anlamaya çalışan ve bu konulardaki düşüncelerimi ve öğrendiklerimi paylaştığım bir yer. Ama kendine göre bir hayat duruşu, felsefesi ve algı biçimi de var. Bu açıdan baktığınızda milliyetçilik ne alaka diyebilirsiniz. Ancak az sonra açıklayacağım şekilde milliyetçilik ilkesi örgüt yönetimini de ilgilendirebilir.

Yönetim Kuramları - 1 -


Resim için kaynak : http://www.e11evenmanagement.com

Örgütsel davranışların incelenmesi konusunun derinine dalmadan önce yapılması gereken önemli bir adım var. Aslında daha önceki yazılarda da birçok kez bahsettim ve yorumladım ama madem ki biz bu konuda ahkam kesmeye niyetleniyoruz, ilk olarak, daha önce kim ne ahkam kesmiş ona bir bakmak lazım.

Peşinen belirteyim ki az sonra yapacağım yönetim kuramları ve örgütsel davranış ilişkileri tarihçe özeti herhangi bir önyargı olmadan okunmalıdır. Yani hiçbir yönetim kuramının bir diğerinden daha üstün ya da mantıklı olduğu ispatlanmadığı gibi, bugün bile hepsi uygun koşullar altında anlamlı ve geçerli olabilir. Ayrıca her kuramı uygulandığı yıllara ve o yilların sosyo-ekonomik yapısına göre değerlendirmekte de fayda vardır.

Çeşit çeşit insan var!


Kaynak : www.oguztopoglu.com
    Örgütsel davranış ve örgütsel psikoloji konuları uzun zamandır ilgimi çekiyor. Bireysel psikoloji bile yeterince karmaşık ve muallakken bunu bir de örgüt düzeyine taşımak, insanların toplu haldeki davranışlarının, grup içindeki ruh hallerinin anlaşılması çok daha zor görünüyor benim baktığım pencereden. Ancak insan o veya bu şekilde çeşitli büyüklüklerdeki sosyal örgütlerin içinde yaşamak ve kendi kişiliği ile örgütün davranış eğilimini sürekli olarak uyumlaştırmak zorunda. O yüzden üzerinde düşünülmesi ve anlaşılmasının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu konu ile ilgili okudukça  kendimce bazı çıkarımlarda bulunuyor ve bazı sonuçlara ulaşıyorum. Yöneticilik yapmanın özellikler lider sıfatıyla ve örgütün gidişatından sorumlu olarak yöneticilik yapmanın belki de en temel gereklerinden birisi örgütsel davranışları bilmek ve yönlendirmek.

Bakalım çok genel tanımlarıyla bir iş yerinde çalışanları nasıl kategorilere ayırabiliyoruz:

Tayfa hazırsa sefere kaldığımız yerden devam :)



Ohh...

Çok şükür tamamladım ve başarıyla sundum. Artık resmen MBA yüksek lisansının bittiğini duyurabilirim sanırım.

Aylardır süren ve biraz olsun layıkıyla yapayım diye tüm gecelerimi ele geçiren projeyi artık bitirdim. Doğal olarak üzerine yazılacak sayfa sayfa bilgi var kafamda. Konum "Örgütsel vatandaşlık davranışları" olduğu ve bu bloğun amacına da uyduğu için bu konuda bol bol yazmayı ve tartışmayı planlıyorum ama şimdilik bunu biraz demlenmeye bırakmak niyetindeyim. Konuyla ilgili o kadar çok yazı okudum ki, biraz sıkıldım. O yüzden başka şeylerden bahsedip başka denizlerce yüzeceğiz biraz. Güncel ekonomide neler oluyor ona bakacağız. Sunum becerisi ve 6 sigma maceraları da var sırada. Davranış modelleri, lider - üye etkileşimi ve çalışanların örgüte bağlılığı gibi literatür tararken karşıma çıkan birkaç hazineyi de sunacağım ilginize.

Yola çıkarken dedik ya paylaşılmayan bilgi eşek sırtında kitap yüküdür diye; biraz dinlenmeme müsade varsa yeni yazılar şu an fırında... Çıksınlar hep birlikte yeriz...

Paylaşın

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

S3