Platonun devlet kitabını anlamaya çalışıyorum son birkaç haftadır. Aslında niteliksel olarak okuması bu kadar uzun sürecek bir eser değil ama
bendeki kopyasında sanırım çeviri kaynaklı hatalar var ve ben defaten
üzerinden geçmek zorunda kalıyorum anlamak için.
Platon M.Ö 427 - 347 yılları arasında yaşadığı sanılan ünlü bir düşünür, onu daha da ünlü yapan ise Sokrates'in öğrencisi olması. Hakkında küçük bir araştırma Sokrates'ten çok etkilendiğini, onu öven bir çok eser yazdığını, "Devlet" gibi çalışmaları onun ağzından kaleme aldığını öğrenmeniz için yeterlidir. Sonrasında kendi felsefesini geliştirmiş, bilinen ilk akademiyi kurmuştur. Platonu önemli yapan başka bir gerçekse antik Yunan'ın en önemli ve en çok bilinen 2 ismi Sokrates ve Aristotales arasındaki köprü oluşudur. Zira biri hocası diğeri öğrencisidir. Eflatun adıyla da bilinmektedir.
Devlet kitabında Eflatun, Sokrates'in ağzından devlet, yönetim, ahlak, erdem gibi çok temel olguları sorgular ve bazı harika bilgiler verir. Bakın dikkat edin, yorumlar ya da yazar demedim, "sorgular" dedim; çünkü sorular sormak ve sorular sorarak karşıdakinin kendiliğinden cevaplara ulaşmasını sağlamak Sokrates'in eşsiz bir yeteneğidir. Zaten kendisi "Ben kimseye birşey öğretemem, sadece üzerinde düşünmelerini sağlayabilirim" demiştir.
Düşünmek, sorgulamak ve başka açılardan bakarak "doğru"yu bulmak Allah'ın insanoğluna verdiği ve sadece ona verdiği çok önemli bir özelliktir. Nasıl esas olan, öz olan insanın birisinden korktuğu ya da birilerine hoş görünmek istediği için değil, ta içinden geldiği için ibadet etmesi ise, dinen de insanın Allah'ı ya da doğru bildiği her ne varsa onu, öyle öğretildiği ya da ezberletildiği için değil, sorgulayarak düşünerek bulması makbuldür.
İnsan yaratılışı gereği içinde bir merak duygusu taşır. Konuşmaya başlayan her çocuğun ilk yaptığı, hatta bazen anne babasına fenalık geçirtecek kadar yaptığı şey, merak etmek ve soru sormaktır. Ama aynı insan, yine varoluşsal içgüdüleri gereği belirsizlikten uzak durmak, dengede olmak ve mümkün olduğunca kafa yormamak ister. Çünkü soru sormak özgürlüktür ama bedelsiz bir özgürlük olmaz. Bu aynı zamanda mutlak doğruyu kabul etmemek, herşeyi sorgulamak, şüpheye düşmek ve asla tam olarak tatmin olamamak sonuçlarını doğurabilir.
Yapılan araştırmalar temel bazı dayanak noktaları olmadan (mutlak doğru ve adaletli bir yaratıcı inancı, neyin iyi ve doğru olduğu ile ilgili genel kabuller) insanın sağlıklı bir psikoloji sürdüremediğini ve çeşitli şekillerde bunalıma düştüğünü göstermektedir. Bu ne kadar kötüyse, hiçbir şeyi sorgulamadan devam ettirilen hayat da bana göre o kadar, hatta daha da fazla kötüdür.
Sokrates'in başına gelenler sürekli sorgulamanın yan etkileri için ibretlik bir öykü aslında.
"Socrates’in soru sormaktaki ısrarı ona çok düşman kazandırdı. Çünkü onun soruları, devlet adamlarının, otorite sahiplerinin, sanatçıların aslında bilgisiz olduklarını ortaya çıkarmış, içi boş bir gücün üzerinde oturduklarını ispatlamıştı.
Dönemin otoritesi, Socrates'in gençleri doğru yoldan ayırdığını, tanrıların yerine yeni tanrılar koyduğu iftirasını ortaya attı; kurulan mahkeme Sokrates’i suçlu görüp onu ölüme mahkum etti. Socrates kendi içtiği baldıran zehriyle hayatına son verdi; ancak ölüme gitmeden hemen önce yaptığı “Bilgeliği arayın!” çağrısı onu ölümsüz kıldı. Arkasından onlarca yeni felsefe akımı ve milyonlarca soru çıktı ortaya. Socrates’e göre “Soru sorulmayan hayat yaşamaya değmez.”di." Kaynak burası...
Örgütsel davranış dersinin ana amaçlarından birisi insanların işletme içindeki tutum ve davranışlarının nasıl değiştirilebileceği ve olumlu hale getirilebileceği hakkında bilgi sahibi olmaktır. Bir insanın tutumunu değiştirmek için yapılması gerekenler listesi "Kişinin doğru tutum ve davranış ile ilgili düşünmeye başlamasını sağlayın" maddesiyle başlar.
Ancak kültürel bazı etkenler, gelenekler ve maalesef çarpıtılmış haliyle din, soru sormayı, sorgulamayı kötüler ve olduğu gibi "dogma"larla kabulü özendirir hale getirilmiştir. Bunun da benim bakış açımdan otorite sahiplerinin Sokrates'e düşman olma nedenlerinden farklı bir nedeni yoktur.
İşletmecilik açısından da her ne kadar herkes "yenilikçi", gelişime açık", "sürekli öğrenen" çalışanlar istediğini söylese de gerçek hayatta bir çok yönetici sorular soran ve sorgulayan adamlar yerine söylenenin kayıtsız yapanlarla çalışmayı tercih eder. Diğerini yönetecek kapasiteleri ve sorgulamadan geçecek bilgi birikimleri yoktur çünkü. Halbuki eğer söylediğiniz doğru ise ve alt yapısını, nedenlerini biliyorsanız onun sorgulanmasından korkmamanız gerekir.
Sheakspere'in meşhur; "Düşünüyorum, öyleyse varım!" sözünü de eklemeden geçmek olmaz. Eğer sorular sormuyorsanız, sorgulayıp gelişime katkıda bulunmuyorsanız varlığınızın da bir anlamı yok demektir. Öyle ya; daha iyi nasıl yapabilirim sorusu sormadan sürekli iyileştirmeden, problemi nasıl çözerim diye düşünmeden "Ar-Ge" den, ne yapalım da farklılaşalım demeden yenilikçilikten söz edilemez.
Kalıcı olarak öğrenilen bilgi, insanın merak edip araştırarak bulduğu bilgidir. Onu da mutlak doğru kabul etmeyip karşıt görüşlere bakmak, üzerinde fikir yürütmek ve sonucunda dışarıdan aldığından farklı bir sentez üretip onu bilgi olarak yeniden sunmak, insanoğlunun binlerce yıldır gelişiminin tek anahtarıdır.
Bu blogda sıkça kendisinden bahsetttiğim Peter Drucker ; "Geçmişin lideri nasıl emredileceğini biliyordu, geleceğin lideri ise nasıl sorulacağını bilen kişi olacaktır" demiş. Güzel de söylemiş.
Dogmalarla yaşamaktansa Sokrates gibi kelle vermeyi tercih edenlerdenim ben. Böyle yaşamak daha zor ama daha anlamlı ve keyifli geliyor bana. Günümüzün tüm işletmelerine de, yenilikçilik ve gelişimle ilgili nutuklar
vermekten vazgeçip gerçekten soran ve sorgulayan insanlarla çalışmaya
önem vermelerini tavsiye ediyorum. Yoksa istekleri boş bir söylemden
öteye asla geçemeyecektir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder